All posts by: Prof. Dr. Haydar Baş

Atatürk’e sahip çıkmak

20 Ekim 2023

2012 senesini uluslararası 6 Ehl-i Beyt sempozyumu ile tamamladık.Bazı çevreler inkâr etseler de, Türk milletinin hamurkârı Alperenler eli ile yoğrulmuş İslam medeniyetidir, Ehl-i Beyt sevgisidir.     2012 senesini üzeri örtülmüş bu sevda ateşini tekrar yakarak geçirdik.   2013 senesini ise, Milli Kahramanlara ayırdık. Güzel Anadolu’nun her karışında bir maneviyat büyüğü, bir kahraman yatıyor.   Yapmak istediğimiz 1990’lı yıllarda ortaya koyduğumuz “dini bütünlüğümüz, milli bütünlüğümüzdür” görüşümüzü bugün de hayata geçirmektir.    Türk milleti, Mustafa Kemal’in riyasetinde gerçekleştirdiği bağımsızlık mücadelesini bu iki değeri birleştirerek kazanmıştı.    “Vatan işgaline karşı mücadele, kaynakların talanına dur diyebilmek, bağımsızlığın korunması, namusumuza ve inancımıza karşı yapılacak müdafaa ancak dini ve milli bütünlük ile korunabilir” diyoruz.   Türkiye Cumhuriyeti devleti de aynı fikriyat ile kurulmuştur. Bu hakikati gören Atatürk, Türkiye ismini dahi 3 gün kaldığı Nevşehir’de, Hacı Bektaş’ın vekillerinden Cemaleddin Çelebi Dede ile beraber almıştır.   Kurtuluş Savaşının kazanılmasında etkili olan o Kuvayı Milliye ruhu, azmini, yedi düvelle mücadele edebilme cesaretini manevi büyüklerin desteğinde bulmuştur. Atatürk, ağzı dualı büyükleri cephenin her sathında hissettirmiştir.     Hal böyle iken, Gazi’nin hakkında, arkasından itikadı ve dine bakışı konusunda yanlı ve yanlış bilgiler Türk milletine pompalanmıştır.   Bilinçli olarak oynanan bu senaryo, Türk milletinin Ata’sına olan sevgi ve bağlılığını kullanarak, toplumu istenilen noktaya taşımak için bir yol olarak seçilmiştir.   Atatürk’ün arkasından gelişen Cumhuriyet tarihi, “laiklik kisvesi arkasından dindar ile mücadele” ile geçmiştir.   Bu süreçte baskılara ve yanlışlara direnemeyerek, dini ve milli duygularını muhafaza edemeyenler, maalesef Atatürk ile dindar kesimin arasının açılmasına sebeptir.   Gelinen noktada, “inancını yaşayan Müslüman Türk milleti hakkında, Atatürk’ten konuşamaz, ona saygı duyamaz, ona sahip çıkamaz” şeklindeki yanlış görüş değişmez bir kural halinde kabul edilmiştir.   Bizim üzüldüğümüz, Türkiye’deki aydın kesimin de bu Batı destekli senaryoya bilerek veya bilmeyerek alet olmasıdır.   Kocaeli’nde gerçekleştirdiğimiz Milli Kahramanlar Sempozyumu hakkında görüşlerini kaleme alan gazeteci Emin Çölaşan da bu cenahta yer aldı.    Salonu dolduran binlerce insanımız ile buluşmamızdan Türk milletinin tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içinde bulunduğu tehlikeli süreçten bahsettiğimiz konuşmamızdan aklında sadece başörtülü ve sakallı kişilerin Atatürk’ü alkışlamasına olan şaşkınlığı kalmış.   Biz, on yıllardır farklı başlıklar altında devlet-millet kaynaşmasını, Atatürk Türkiye’sindeki üniter devletin muhafazasını; Laz, Çerkez, Türk, Kürt bir olduğumuzu anlatıyoruz.Atatürk’ü de ilk defa ağzımıza almış değiliz.   Onun dindar bir Müslüman olduğundan, başlattığı Kurtuluş Savaşı ile bugünlere gelebildiğimizden hemen her fırsatta bahsederiz.    Atatürk, kimsenin tekelinde ve yalnız bazılarının izni ile konuşulacak bir kimlik değildir.   Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu, Lozan’da gayrimüslim – Müslim ayrımını, daha sonra da Yunanistan ile nüfus mübadelesini gerçekleştirecek hassasiyette bir Müslümandı.   Üstelik maneviyatı yaşayan bir kişi olarak Atatürk, kapitalizmin karşısında ezilen halklara örnek bir liderdi.   Bugün Atatürk’ten bahsedenler, onu “içinde bulunmadığı bir dinsizlik kimliğine bürüyeceklerine”, hayatı boyunca yaptığı sömürüyle mücadelesini anlatmalılar.   Atatürk’e sahip çıkmak, kapitalizmin esiri olmuş bir zihniyetten maaş almakla yapılamaz.   Atatürk’e sahip çıkmak, beğendiğin bir tarafını öne çıkararak, diğer tarafını karartmakla da olamaz.   Türk devletinin kurucusu elbette ki, Türk milleti gibi Müslümandı, dindardı.   Çanakkale Savaşı yıllarında cepheden gönderdiği mektuplarda Allah’a olan inancı ile bu savaşı kazanacağını yazmıştı.   İlk TBMM’ni Cuma günü ve hutbelerle açan Atatürk, Ramazan orucunu tutardı. Kız kardeşi Makbule, “Kadir gecelerinde bana iftara gelirdi” diye anlatmışlardır.   Cuma namazlarına da giderdi. Camide, “Allah birdir, şanı büyüktür” diye başlayan ve Hz. Peygambere övgülerle devam eden hutbeleri vardır.    Yedi yaşında annesinin isteği ile Kuran’ı hatmetmiş ve 8 yaşında hafız olmuştu.   Eskişehir’deki Mihalıççık Camisi’ni cebinden verdiği 5 bin lira ile tekrar yaptırmıştı.   1937 senesinde Filistin’e karşı Haçlı saldırılarını öğrendiğinde bir bildiri yayınlamış ve Filistin’e “el sürülmez” diye ifade etmiştir.    Kısaca, bugün bazı çevrelerin işlerine öyle geldiği için dine karşı imiş gibi gösterdikleri Atatürk, “aslında Pazar günü sakallı ve başörtülü vatandaşlarımızın alkışladığı” liderdir.   Biz, Sayın Çölaşan gibi düşünen aydınlarımıza, olayları Batı gözlüğü ile değil, Müslüman – Türk feraseti ile tahlil etmelerini tavsiye ederiz.   Ve yine deriz ki, eğer gerçek bir Atatürkçü ise federatif yapının konuşulduğu, kaynakların peşkeş çekildiği, AB ve ABD dışında bir gündemin olmadığı ülkemizde, bugün tam bağımsızlığın simgesi Atatürk’ü ayakta alkışlayan gerçek Atatürkçülerle beraber olmalıdır.

Prof. Dr. Haydar Baş: Atatürk yeniden doğdu

27 Aralık 2021

Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 81. yıldönümü münasebetiyle yazılı bir mesaj yayımladı.

Mesajında, Atatürk’e ve mübarek annesi Zübeyde Hanım’a atılan iftiralarla Türk milleti ile Atatürk’ün arasının açılmak istendiğine dikkatleri çeken Prof. Dr. Haydar Baş, Cumhuriyetin mimarı Atatürk’ün Türk milleti ve devleti arasındaki en güçlü bağ olduğunu ifade etti. Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş’ın 10 Kasım münasebetiyle yayımladığı mesajı şöyle:

“Bu aziz vatanın kurtarıcısı ve Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü vefatının 81. yılında rahmetle ve minnetle anıyoruz.

Tam bağımsızlık, milli egemenlik ve milli devlet ilkeleri üzerine bina edilen Cumhuriyetimizin mimarı Atatürk, Türk milleti ve devleti arasındaki en güçlü bağdır.

Her zaman ifade ettiğimiz üzere; Atatürk tam bağımsızlıktır, Atatürk milli birliktir, Atatürk devlettir, Atatürk vatandır ve Atatürk birleştirici harçtır.

Yıllardan bu tarafa kendisine ve mübarek anasına atılan iftiralar ile mensubu olmakla gurur duyduğu Türk milleti ile Atatürk’ün arası açılmak istenmiştir. Ancak kaleme aldığımız Hoş Geldin Atatürk eseri ve bu konudaki çalışmalarımız neticesinde bühtanlar dağılmış, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile milletinin arasını açmak isteyen karanlık emellerin oyunları boşa çıkmıştır.

Her yıl Anıtkabir’i ziyaret eden insan sayısı milyonlarca artmakta ve milletimiz, tavsiye ettiğimiz gibi abdestli gidip kendisine dua etmektedir.

Böylece Atatürk, Türk milletinin gönlünde ve insanlığın bağrında yeniden doğmuştur.

Vefatının 81. sene-i devriyesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Yüce Allah’tan (c.c.) sonsuz rahmet ve mağfiretler diliyorum.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da, 10 Kasım’da aziz Atatürk ve şehitlerimiz adına Akçaabat şehitlik tepesinde yatsı namazına müteakip mevlit okutacağız.

Ruhları şâd olsun.”

Bu Atatürk’tür

27 Aralık 2021

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Gazi Atatürk’tür.

Buna kimse itiraz edemez.

Hem ana, hem de baba tarafından İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e dayanan bir soyu vardır. Buna da kimse itiraz edemez.

Bugün, mevcudiyeti bir asra ulaşmamış genç cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini, üniter yapıyı bu seçilmiş insana borçluyuz.

21. yüzyılın dünyasında globalizm rüzgârında, kapitalizmin sömürü düzeninde varlığımızı devam ettirebilmemizin yolu da herhalde 20. yüzyılın emperyalist devletlerine karşı Mustafa Kemal’in yaptıklarını yapmaktır.

Ülkelerin süslü söylemlerle kandırılarak kendi halkına parçalatıldığı, kaynaklar savaşının son sürat devam ettiği günümüzde onun ilkelerine bağlı kalarak bu devleti ayakta tutabiliriz.

Bazıları yeni devletler kurmaktan bahsetse de böyle bir durum, dünya genelinde yaşanan gelişmeler dikkate alındığında ya dış mihrakların ‘böl, parçala, yut’ siyasetinin gereğidir ve onun için lafzına izin verilmektedir ya da bunu diyenlerin dünya siyaseti ile zerre alakaları bulunmamaktadır.

Zira özellikle yer aldığımız Ortadoğu coğrafyasında küçük ve daha da küçük ülkecikler ile bölge ABD ve İsrail’e teslim edilmektedir.  

Yeni bir devlet kuran Atatürk için tek adamlık değil, milletin sözü önemlidir.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndaki değişiklikler sonrasında,

“Madde 1. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye devletinin hükümet şekli cumhuriyettir.

Madde 2. Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır, resmi lisanı Türkçedir.

Madde 4. Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur” şeklini almıştır.

Siz saltanatı ve hilafeti bir kenara atacaksınız, elinizde tek adam olmak şansı varken egemenliği millete devredeceksiniz, Meclis iradesini öne çıkaracaksınız. Bu büyük bir devlet adamlığı örneğidir.

Türk milletini bir ve beraber kılan etnik zenginlikler Kurtuluş Savaşı boyunca dış mihraklarca kışkırtıldığı halde Atatürk özellikle Kürtlerin ayaklanmamalarını temin etmiştir.

İngiliz ve Yunan ajanların Doğu ve Güneydoğu’daki faaliyetlerini, tüm etnik grupları Müslüman Türk çatısı altında toplayarak engellemeyi başarmıştır.

Bu sebeple Türk milletinin Kurtuluş Savaşı, örneği olmayan milletin tamamına mal olmuş büyük biz zafer olarak kabul edilmiştir.

Aynı gerekçeyle devletimizin tapu senedi olan Lozan görüşmeleri sırasında azınlıklar konusunda, Boğazlar konusunda ve diğer mali meseleler hususunda üç ayrı komisyon kurulmuş ve azınlık tanımı ‘Müslüman olan ve olmayan’ ayrımıyla sınırlı tutularak, etnik ayrımcılık oyunlarını bozan müthiş bir hamle olmuştur.

Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılâpçılık yeni devleti modern devletlerin seviyesine çıkartırken, milli ve dini değerlerden tavize izin verilmemiştir.

1927’deki büyük nutkunda tüm yaptıklarında izlediği yolu özetler: “Biz fevkaladeden alınan ve kanuni olan tedbirleri, hiçbir vakit ve hiçbir surette kanunun üstüne çıkmak için vasıta olarak kullanmadık.”

Yani hiçbir hukuki gerekçeyi ‘kendi adıma kullanmadım’ demiştir.

O, bir dava adamı ve gerçek bir lider olduğu için,

Liderliğini tek adam diktasına dönüştürmediği için,

Memleketi ve insanını tanıyan bir asker olduğu için,

Milleti ‘şucu bucu’ ayrımı yapmadan kucaklayabildiği için, Manda ve himayeyi reddedip, bağımsızlığı karakter olarak seçtiği için, Türk milleti için “Türkiye Cumhuriyeti’ni; laik, demokratik, hukuk Devleti”ni kurmuştur.

Atatürk vatandır

27 Aralık 2021

Bayram arefesinde geniş bir katılımla gerçekleştirdiğimiz “Atatürk Vatandır” konulu sempozyumumuzun Türkiye’deki yanlışların düzeltilmesinde bir dönüm noktası olmasını diliyorum.

İl il gezerek devam edeceğimiz bu sempozyumlar serisinin tertipleneceği her ilde, en az Trabzon ayağı kadar kalabalık olacağına inanıyorum.

Mustafa Kemal’in Atatürk olarak Türk milletinin gönlüne yerleştiği büyük bir tarihi, düşünülmemiş yönleri ile anlatıyoruz.

Bir manada ezberleri bozuyoruz.

İnsanımızın en büyük hatası dinlediklerini araştırmamak belki de?

Yoksa Ehl-i Beyt soyundan gelen Mustafa Kemal Atatürk’e kimse “babası belli olmayan” sıfatını dedirtmezdi herhalde?

İşin içine girdikçe, Atatürk’e dil uzatılmasının iki yönünü görüyoruz.

Birincisi, Sabiha Gökçen’in anılarından elde ettiğimiz bilgilere göre, henüz Gazi hayatta iken ona ‘dinsizdir’ denilmeye başlanmış.

İkincisi ise, onu Kurtuluş Savaşı’na sevk eden özgürlük ve bağımsızlık fikrinin Fransız İhtilali’nden; Jean-Jacques Rousseau, Voltaire gibi yazarlardan etkilenmesi meselesi?

İnanınız her iki yalan da İngiliz ve Yunan ajanlarının faaliyetleri?

1930 senesinde Kurt Ziemke, “Die Neu Türkei-Yeni Türkiye” adında bir kitap yayınlamıştır. Şunları kaleme alır: “İngilizler Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken, bir yandan Kemalist akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardır. Yapılması gereken; Kemalist Cumhuriyetin hem din düşmanı, hem de Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp işlemektir.”

Buradan ‘dinsiz Atatürk’ yalanının henüz Ata hayatta iken, 1930’larda ortaya atıldığı görülür.

Bu bilgi, Sabiha Gökçen’in hatıralarında anlattığı, Allah demesine şaşırdığı ‘dinsiz Atatürk’ ile örtüşmektedir.

Dinsiz gösterilmek istenmiş zira eğer devletin kurucusu dinsiz olursa onun arkasındaki millet de dinsiz yapılabilir.

Dinsiz Atatürk, İmam Ali ile yani Ehl-i Beyt ile bağı kesilmiş bir Atatürk ki, eğer Kurtuluş Savaşı’nda yaşananlar konusunda biraz kitap karıştırdıysanız, zaferin, manevi büyüklerin yardımı olmadan kazanılmayacak kadar çetin geçtiğine vâkıfsınızdır?

Gelelim Fransız yazarlardan ya da Bolşevizm’den etkilenmesi konusuna?

Önce Mustafa Kemal Atatürk’ün 28 Aralık 1919 günü Ankaralılara hitaben yaptığı konuşmaya bakalım. Bu konuşmada bizzat kendisi, Mondros sonrası başlayan işgali ve Kuvva savunmasını uzun uzun anlatır. Ve işgale İstanbul hükümetinin sessiz kalışını özellikle vurgular. Hatta Saray’ın İngilizlerle olan temaslarını da detaylandırır.

Aynı konuşmada Damat Ferit Paşa’nın Erzurum ve Sivas kongrelerinin ardından alınan kararlara mani olmak için önce yapılanları “İttihatçılıktır” diye yaydığının; bu tutmayınca “Bolşevikliktir” diyerek Kuvva Hareketini halkın gözünde küçük düşürmeye çalıştığının altını çizer.

Hatta “Damat Ferit, o dönemdeki resmi telgraflarında Bolşeviklerin Karadeniz’den takım takım Samsun, Trabzon ve dahile (iç kesimlere) doğru yürüdüğünü, memleketi alt üst ettiğini resmen yayar” diyerek, Mustafa Kemal Atatürk, Bolşevizm veya benzeri özgürlükçü hareketlerin temelinde, esasen İngiliz himayesini isteyen Damat Ferit’in olduğunu henüz 1919’da ifşa etmektedir.

Damat Ferit’in, 30 Mart 1919 günü İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Caltrophe’a giderek bizzat hazırlamış olduğu gizli bir anlaşma taslağının Fransızca çevrimini sunduğunu; içeriğinde “son Osmanlı padişahı Mehmet Vahdettin’in” yabancılara karşı bağımsızlığını koruması, iç güvenliğini sağlaması için Türkiye’yi on beş yıl süre ile İngiltere’ye sömürge olmasının teklif edildiğini de hatırlatalım.

Mustafa Kemal hakkındaki eserlerin çoğunda Fransız Devrimi’nden ya da Bolşeviklikten etkilendiği yazarken, sizce bu yazarlar araştırma yapmadan özellikle yabancı kalemlerden alıntı ifadelerle Mustafa Kemal Atatürk’ün mantığından uzak şeyleri Türk milletine ve de Türk gençliğine empoze etmiş olmuyorlar mı?

Rahmetli Attila İlhan, “İnönü’nün Atatürk’ü” demekle bunları kast etmemiş miydi?

Araştırmak, okumak, dinlemek zorundayız.

“Atatürk vatandır,

Atatürk bayraktır,

Atatürk tam bağımsızlıktır,

Atatürk birleştirici harçtır” diyoruz.

Uzun yıllardır konuşulmayan bu özellikleri ile onu diğer partilerin de gündem etmesini bekliyoruz.

Arefe günü yaşadığımız tablo bunu gerektirmektedir.

Bu sadece bendenizin ve kadromun beyanları ile kalmamalı; Ak Partisi’nin, kendilerine milliyetçi diyen MHP’nin, Atatürk’ün kurduğu CHP’nin vesaire tüm partilerin Atatürk’ü konuşması, parti programına alması, milletimizle kucaklaştırması lazımdır. Bizim başlattığımız bu yol, diğer liderlerle de devam etmelidir.

Molla Zübeyde

27 Aralık 2021

Prof. Dr. Haydar Baş’ın 16.01.2015 tarihli yazısıdır.

15 Ocak 1923 Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın ölüm tarihidir.  Bilinçli bir şekilde Ata’nın soyu hakkında İngiliz ve Yunan kaynaklarının uydurduğu bilgilerle zerre alakası olmayan bir insandır Zübeyde Hanım. Namuslu, dindar bir Türk kadınıdır. Ehl-i Beyt’ten olan Atatürk’ün mübarek soyunu gizleyenler, annesi hakkında da ağza alınmayacak iftiralar yazmıştır.

Hangimiz bu kulaktan dolma bilgilere inanmadık ve bu büyük anayı anlatıldığı gibi yanlış tanımadık? Oysa Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın büyük dedesi Eş-Şeyh Es-Seyyid Şeyhülislam Feyzullah Efendi’dir. Yani Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın büyük dedesi bir Osmanlı şeyhülislamıdır. Atatürk’ün ailesi NAKİBÜLEŞRAF’tır.

Osmanlı’da 1494 yılında kurulan Nakübüleşraflık müessesesi, Peygamber Efendimizin soyundan gelen seyyid ve şeriflerin işleriyle ilgilenen bir müessesedir. Nakibüleşraf kaymakamları mutlaka seyyidlerden seçilirdi. Atatürk’ün annesinin sülalesi yüzlerce yıl Selanik’te nakibüleşraf kaymakamlığı yapmıştır. Zübeyde Hanım’ın sülalesi Selanikli Nakipzadeler olarak bilinir. Osmanlı arşivlerinin yanı sıra Zübeyde Hanım’a Selanik’te komşu olmuş, onunla tanışmış halen hayatta olan bir nesil var.

Onların hepsi, Zübeyde Hanım’ın evinden Cuma geceleri yükselen Kuran-ı Kerim seslerini anlatmaktalar. Bu sebeple kendisi Molla Zübeyde olarak anılırdı. Bir şeyhülislam torunu olan Molla Zübeyde ölümünden sonra yapılacaklara dair de müthiş bir vasiyet kaleme aldırmıştır. “Dersaadet’te Beşiktaş Akaretler’de 76 numaralı hanede mukim Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin validesi, ben Zübeyde şunları vasiyet eylerim: 1. Vefatımdan sonra kabre götürülme, defin, masrafları ile definin 3. günü verilecek yemek ve sonrasındaki hatm-i Kur’ân için vazifeli hafız ve hacegâna hediyeten 450 lira evrâk-ı nakdiyye tahsis eyledim. 2. Vefatımda Beşiktaş’ta kâin Yahya Efendi haziresinde defnedileceğim. 3. Manevi evladım yerindeki hizmetçi Ayşe nam kıza gelinlik cehiz için keza 100 lira verilecektir.

4. Selanik’te biraderim müteveffa Hasan Ağa’nın mahdumu Abdurrahman’a 30 lira verilecektir. 5. Yetim Abdürrahim’e 25 lira verilecektir. 6. Vaktiyle hizmetimde bulunan Vasfiye namındaki hizmetçime 20 lira verilecektir. 7. Perverdem Afife ile oğlu Hakkı’nın sünneti için 15 lira verilecektir. 8. Daima akmak üzere şehrin münasip bir mahallinde bir çeşme yaptırılıp suyu isale edilmek ve ara sıra tamirine sarf olunmak üzere 475 lira tahsis eyledim. 9. Her Cuma günü namazından bir saat evvel uygun bir camide iki cüz Kur’an-ı Kerim okutularak tilavet eden hafız efendiye verilmek üzere 490 lirayı bırakıyorum.

10. Kefaret-i savm ve salât ve zünub için ve Kurban Bayramının birinci günü 5 adet kurban kesilmek ve eti öğrencilere dağıtılmak ve hatm-i Kur’an olunmak üzere bir defaya mahsus olarak Darüleytam’a 200 lira hediye edilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, böyle dindar bir ananın elinde yetişmiştir. Bu sebeple, kurtuluş mücadelesi Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı’ndan hareket almış, Cumhuriyet’in temelleri böyle mübarek bir ocakta atılmıştır. Savaş esnasında Mustafa Kemal’in yanında yer alan yüzlerce imam, müftü, din âlimi bir iman davası olarak bu kurtuluşu sahiplenmiş ve halkın gazi yanında savaşmasına çalışmıştır. Allah ona rahmet etsin.

Molla Zübeyde

Prof. Dr. Haydar Baş’ın 16.01.2015 tarihinde gazetemizde yayınlanan makalesidir

15 Ocak 1923 Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın ölüm tarihidir.  Bilinçli bir şekilde Ata’nın soyu hakkında İngiliz ve Yunan kaynaklarının uydurduğu bilgilerle zerre alakası olmayan bir insandır Zübeyde Hanım.

Namuslu, dindar bir Türk kadınıdır. Ehl-i Beyt’ten olan Atatürk’ün mübarek soyunu gizleyenler, annesi hakkında da ağza alınmayacak iftiralar yazmıştır. Hangimiz bu kulaktan dolma bilgilere inanmadık ve bu büyük anayı anlatıldığı gibi yanlış tanımadık?

Oysa Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın büyük dedesi Eş-Şeyh Es-Seyyid Şeyhülislam Feyzullah Efendi’dir. Yani Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın büyük dedesi bir Osmanlı şeyhülislamıdır.

Atatürk’ün ailesi NAKİBÜLEŞRAF’tır. Osmanlı’da 1494 yılında kurulan Nakübüleşraflık müessesesi, Peygamber Efendimizin soyundan gelen seyyid ve şeriflerin işleriyle ilgilenen bir müessesedir.

Nakibüleşraf kaymakamları mutlaka seyyidlerden seçilirdi. Atatürk’ün annesinin sülalesi yüzlerce yıl Selanik’te nakibüleşraf kaymakamlığı yapmıştır. Zübeyde Hanım’ın sülalesi Selanikli Nakipzadeler olarak bilinir.

Osmanlı arşivlerinin yanı sıra Zübeyde Hanım’a Selanik’te komşu olmuş, onunla tanışmış halen hayatta olan bir nesil var. Onların hepsi, Zübeyde Hanım’ın evinden Cuma geceleri yükselen Kuran-ı Kerim seslerini anlatmaktalar. Bu sebeple kendisi Molla Zübeyde olarak anılırdı.

Bir şeyhülislam torunu olan Molla Zübeyde ölümünden sonra yapılacaklara dair de müthiş bir vasiyet kaleme aldırmıştır. “Dersaadet’te Beşiktaş Akaretler’de 76 numaralı hanede mukim Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin validesi, ben Zübeyde şunları vasiyet eylerim:

1. Vefatımdan sonra kabre götürülme, defin, masrafları ile definin 3. günü verilecek yemek ve sonrasındaki hatm-i Kur’ân için vazifeli hafız ve hacegâna hediyeten 450 lira evrâk-ı nakdiyye tahsis eyledim.

2. Vefatımda Beşiktaş’ta kâin Yahya Efendi haziresinde defnedileceğim.

3. Manevi evladım yerindeki hizmetçi Ayşe nam kıza gelinlik cehiz için keza 100 lira verilecektir.

4. Selanik’te biraderim müteveffa Hasan Ağa’nın mahdumu Abdurrahman’a 30 lira verilecektir.

5. Yetim Abdürrahim’e 25 lira verilecektir.

6. Vaktiyle hizmetimde bulunan Vasfiye namındaki hizmetçime 20 lira verilecektir.

7. Perverdem Afife ile oğlu Hakkı’nın sünneti için 15 lira verilecektir.

8. Daima akmak üzere şehrin münasip bir mahallinde bir çeşme yaptırılıp suyu isale edilmek ve ara sıra tamirine sarf olunmak üzere 475 lira tahsis eyledim.

9. Her Cuma günü namazından bir saat evvel uygun bir camide iki cüz Kur’an-ı Kerim okutularak tilavet eden hafız efendiye verilmek üzere 490 lirayı bırakıyorum.

10. Kefaret-i savm ve salât ve zünub için ve Kurban Bayramının birinci günü 5 adet kurban kesilmek ve eti öğrencilere dağıtılmak ve hatm-i Kur’an olunmak üzere bir defaya mahsus olarak Darüleytam’a 200 lira hediye edilecektir.”

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, böyle dindar bir ananın elinde yetişmiştir. Bu sebeple, kurtuluş mücadelesi Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı’ndan hareket almış, Cumhuriyet’in temelleri böyle mübarek bir ocakta atılmıştır.

Savaş esnasında Mustafa Kemal’in yanında yer alan yüzlerce imam, müftü, din âlimi bir iman davası olarak bu kurtuluşu sahiplenmiş ve halkın gazi yanında savaşmasına çalışmıştır. Allah ona rahmet etsin.

Biz kul Atatürk’ü anlatıyoruz

27 Aralık 2021


Prof. Dr. Haydar Baş: “Biz Atatürk’e Kutbü’l-Aktab dediysek, ben söylemedim onu. Bir; Atatürk kendi kendisi için söyledi. İki; Abdülkerim Paşa onun için söyledi. Abdülkerim Paşa O’nun şeyhi Melami tarikatının mürşidi. Atatürk de O’nun müridi. Atatürk de Melami meşrep…” ifadelerini kullanan BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş şöyle konuştu: “Atatürk hakkında düşünürken Tarihçi Emre Polat’a dedim ki; ben Atatürk’ün çok farklı bir kişilik olduğu kanaatindeyim, lütfen araştır bana bilgi getir. Bir hafta on gün sonra hocam bulamadım dedi. Ben bir daha araştır dedim. Bende o kadar kuvvetli bir his var ki kesinlikle Ehl-i Beyt’ten bu insan, yani sıradan bir veli de değil. Hakikaten sonradan Emre Polat kaynağını buldu ve haklısın dedi.”

Hızır gibi yetişti

Kurmay kadrosu ile birlikte programda “Ben çok iyi biliyorum ki biz Mustafa Kemal Atatürk’ü manen değerlendirmeye kalksak O’nun hayatında, bir Muhyiddin-i Arabî, bir Hacı Bektaş-ı Veli, bir Seyyid Burhaneddin hazretlerini göreceğiz. Atatürk böyle bir kişiliktir” ifadelerini kullanan Prof. Dr. Haydar Baş konuşmasını şöyle sürdürdü.

“Hoş Geldin Atatürk kitabından sonra şunu yaşadım ben; insanımızın tamamı liderinin Müslüman olmasını arzu ediyordu, istiyordu. Bunu duyduktan sonra hepsi kuş gibi uçmaya başladı. O Anıtkabir’e gidenleri bir seyredin hayret edersiniz. Milletimiz zaten dinsiz, kâfir Atatürk’ü kabul etmiyor, gönlünde iman sahibi olan Atatürk’e inanıyor, öyle bir lider kabul ediyordu. Yani bizim Atatürk’le ilgili söylediklerimizin tutulmasının temel esprisi budur. Yoksa iyi şeyler söyledik vesaire değil. O kalbindeki imanı ortaya koyduk, millet sarıldı aldı, olay budur. Yani Türk milleti liderinin Müslüman olduğunu birisinin anlatmasını bekliyordu… Biz de Hızır gibi önlerine düştük…”

Hoş Geldin Atatürk ismi alelade bir isim değil

Türkiye’de büyük ses getiren Hoş Geldin Atatürk kitabı ile ilgili önemli açıklamalar yapan BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Baş sözlerini şöyle sürdürdü: “Benim kanaatim bu eseri herkes okusun Atatürk hakkında onun ilhamıyla çok şeyler öğreneceğine inanıyorum.”

Atatürk, İmam Ali’nin vekilidir

“Birisi kalktı, Atatürk’ü ilahlaştırdığımızı iddia etti. Bu kadar terbiyesizlik olur mu? Benim yaptığım, Allah’a en güzel kul olan Atatürk’ü anlatmaktır” diye konuşan Prof. Dr. Haydar Baş şöyle konuştu: “Sen ilahlaştırdın onu. Atatürk kullukta çok üstün bir makama sahiptir. En doruk noktada iman ehli, ibadet ehli insanın adına Kutbü’l-Aktab denir. Kutbü’l-Aktab’ı kim söyledi O’na Abdülkerim Paşa. Kim bu Abdülkerim Paşa? Maneviyat ehli, Melamiye tarikatının şeyhi aynı zamanda. Böyle büyük bir asker Atatürk’ün üstadı. Yani Atatürk’ün mürşidi o. Bunu da kim tespit etti, yazdı biliyor musunuz? Yunan bir gazeteci araştırdı. Benim okuduğum kitaplarda hiç öyle bir şeye rastlamadım. Evet, onunla olan hukukundan bahsediyor ama onun mürşididir demiyor. Buna da ben tahaccüp ettim. Mustafa Kemal Paşa hazretleri Allah mekânını cennet eylesin Kutbü’l-Aktabtır. Velilerin en büyüğü demektir. Allah buna bu makamı nasip etti, sen kimsin ki bunu gizliyorsun. Ne adına gizliyorsun? Hangi millet adına konuşuyorsun? Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok. Sonra Atatürk bizzat kendini tarif ediyor diyor ki; ben meydan dedesi Kemalim. Araştırdım Alevi kaynaklarında meydan dedesi Kutbü’l-Aktab makamına sahip olana verilen isimdir. Hem Abdülkerim Paşa ona Kutbü’l-Aktab diyor, hem de kendisi itiraf ediyor. Simdi kalkıp da Atatürk’ü ilahlaştırıyor demenin manası nedir? Bu doğrudan inkâr. İşte belki de küfredecek korkuyor, saçma sapan cümlelerle güya bizi eleştiriyor.”

“Size de söz veriyorum, Allah nasip ederse Mustafa Kemal’in manevi yönünü yazacak ve Türk milletinin atasının büyük bir evliya olduğunu ortaya koyacağız” diyen Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş; “Mustafa Kemal büyük bir evliyadır, İmam Ali’nin vekilidir anlaşıldı mı? Ben bunları duydukça ciddi bir heyecan yaşıyorum.” dedi.

Atatürk’ten öğrenilecek çok şey var

25 Aralık 2021

Prof. Dr. Haydar Baş’ın 14.09.2017 tarihli yazısıdır.

Atatürk, döneminin en saygın devlet adamlarından biri idi. Hiç bir yurt dışı gezisi yapmadığı gibi pek çok yabancı devlet adamını makamında kabul etmiştir.

Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki dönemde bir karış toprağa göz dikene de izin vermemiştir.

O tarihlerde İtalya’da Mussolini dönemi idi.

“Atatürk’ün emrine girdikten sonra da Mussoli’ninin tehditleri devam etti. Atatürk bir cevap olsun diye Ege’de bir manevra tertip etti. Bu manevra Aydın ve İzmir taraflarında yapıldı. Manevrada ben de vardım. Manevralar bittikten sonra Atatürk, İzmir’den Çanakkale’ye kara yolu ile gitmek istedi. O vakit İzmir Valisi olan Kazım Paşa ve diğer yetkililer ‘Paşam gidemezsiniz, ileride bataklık vardır’ dediler. Paşa başlangıcından itibaren maniayı sevmeyen bir adamdı. ‘Yok öyle şey, gideceğiz’ dedi ve gittik. Ayvalık’a geldik. Ayvalık’ta bir bahçeli lokantada akşam yemeği yedik. Etrafımıza halk toplandı. Zaten Atatürk gittiği yerde halkı gördü mü mutlaka konuşurdu. ‘Vatandaşlar, karşımızda bir komşumuz var, bu komşumuz gözünü bize dikmiş sizin oturduğunuz yerleri istila etmek ister. Fakat siz biliyorsunuz, yakın zamanda buraları düşman istilasından kurtardık. Yunanistan küçücük bir devlet idi. O Kurtuluş Savaşını Yunanistan ile yapmıştık. Yunanistan ile yaptığımız savaşta küçük görülmemelidir. Çünkü arkasında İngiltere, Fransa ve bütün Avrupa devletleri vardı, onları besliyorlardı.

Türkiye’yi parçalamak istiyorlardı. Buna rağmen, biz muvaffak olduk, topsuz, tüfeksiz onları denize döktük. Şimdi ise büyük bir devleti sevk etmek istiyorlar üzerimize, gelsin de ona da ders verelim.”

“Yugoslav Başbakanı bir tarihte Türkiye’ye gelmişti. Ankara’da kaldıktan bir süre sonra İstanbul’a dönüyordu. Ben de aynı trende idim. Kendisi, ‘Osmanlı Devleti’nin son devirlerinde eğer Türkiye’de Atatürk gibi bir devlet adamı olsaydı, Balkan Harbi olmazdı’ dedi. Övünmek hakkınızdır, büyük bir lidere sahipsiniz.”

“Başka bir yaz günü İngiltere kralı Edward, Madam Simpson isimli bir Amerikalı hanımla Akdeniz’e gelmişti. Oradan İstanbul’a gelmek istedi. Sefir hükümete haber vermiş.

Bu haber gelince Atatürk’e duyuruldu. Atatürk’ün yanında bulunan bazı siyaset ve devlet adamları ‘Niçin geliyor, gelmesine mani olsak mı, olmasak mı?’ gibi bazı sözler söylemeye başladılar. Atatürk bunun üzerine, ‘gelsin, tarihte ilk defa bir İngiliz Kralı Türkiye’ye geliyor, değerlendirmemiz gerekir’ dedi ve ekledi: ‘Daha dün denecek bir zaman evvel bizi yok etmek isteyen bir devletin kralı şimdi bizi ziyarete geliyor. Bunun anlamı çok büyüktür’ dedi.”

Yine Cemal Kutay anılarında Churcill in “Eğer Atatürk hayatta olsaydı, 2. Dünya Harbi olmaz ve 50 milyon insan ölmezdi” dediğini anlatır.

Ahmet Şükrü Esmer anlatıyor: “Atatürk, Milli Mücadele’de Sovyet yardımından yararlandı fakat Lozan’da Boğazların statüsü konusunda Sovyetlerin görüşünü kabul etmedi. Sovyetler’le dostluğu korumakla birlikte Lozan’dan sonra da Batı ile ilişkileri geliştirdi. Sadece bir tarafa bağlı kalmakta sakınca gördü.”

(Nazmi Kal, Atatürk’ten Duymadığınız Anılar, kitabından derlenmiştir.)

Dış politikada izlediği yöntemler, Türk milletini ve de devletini yüceltmiş, Batı’ya karşı saygın bir konuma getirmiştir.

Bu yönleri ile Atatürk, devlet adamlığına örnektir.

Atatürk’ün maaşı

25 Aralık 2021

Prof. Dr. Haydar Baş’ın 30.08.2017 tarihli yazısıdır.

Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili araştırmalarımız esnasında mâlî durumu ve vefatındaki banka hesaplarıyla ilgili bilgilere de ulaştık.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve ilk Reisicumhuru, elindeki imkânları kendi menfaatine sarf etmek, şahsi hesabına aktarmak bir yana, bazı aylar giderlerinin gelir kalemini aşması nedeniyle borç dahi almak durumunda kalmış?

Köşk’teki görevli personelin yeme-içme giderleri ile Köşk’ün diğer masraflarının dahi Atatürk tarafından karşılandığını biliyor muydunuz?
Gelen misafirlerle beraber sadece bir günde neredeyse 90-100 kişinin Köşk’te sabah ve akşam yemeği yediğini bir düşününüz?

Veya seyahatlerinde devletçe kendilerine yalnız tren veya vapur gibi vasıtaların temin edildiğini, diğer bütün masrafların Mustafa Kemal Paşa tarafından karşılandığına ne dersiniz?

Mustafa Kemal, Latife Hanım’dan ayrıldıktan sonra ölünceye kadar bu ağır masraflarının takibi işini yürüten Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anılarında bu hususta şunları yazar;
” Hele hele İstanbul’da bulunduğumuz aylarda, elimize geçen maaş ve tahsisatı masrafları karşılamaz olurdu, borçlanırdık ve sıkıntıya düşerdik.
Böyle durumları kendilerine izah etmeye çalıştığım zaman, sözümü keser, gülümseyerek, ‘Peki peki, Ankara’da kendimizi biraz sıkar, açığı kapatmaya çalışırız’ der geçerdi.

Filhakika Ankara’da masraf daha az olduğundan birkaç ay içinde vaziyeti düzeltirdik.”

Atatürk, Cumhurbaşkanı olarak 1927 senesine kadar ayda 5 bin lira maaş ve 7 bin lira olağanüstü ödenek olmak üzere toplam 12 bin lira maaş almıştır.

1931 senesinde eline geçen aylık maaş 13 bin 186 liradır.

1932 yılında yürürlüğe giren yüksek maaş ve ücretlere vergi getiren kanundan sonra O’nun da maaşı kesintiye uğramış ve aylık 9 bin 78 TL’ye düşmüştür.

Bu maaşından yaptığı özel tasarrufları İş Bankası 4 numaralı hesaba yatırmıştır.

Vefatında hesabında 53 bin 463 lira 18 kuruş birikmiştir.
Vefat ettiğinde şahsi banka hesabında ve emekli aylığının bulunduğu emekli hesabında toplam 73 bin 19 lira 98 kuruş vardı.

Aylık ortalama geliri 10 bin lira olduğu kabul edildiğinde yaklaşık 7 aylık geliri kadar bir birikim demektir. (Soyak, Atatürk’ten Hatıralar-2, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul-1973, s. 683-691 arasından derlenmiştir).

Hasta olduğu döneme denk gelen bu rakam, Ata’nın imanî bir hassasiyetle harama el uzatmadığını, maaşı dışında mâlî bir birikim elde etmeye çalışmadığını gösterir.

Mustafa Kemal’e hayatı boyunca, bugün bazıları için dendiği gibi ne rüşvetçi denilmiş, ne zimmetine para geçirdiği iddia edilmiş, ne de hangi konuda olursa olsun bir haramı helal kabul edip ona göre kılıf uydurduğu görülmüştür.

Birilerine örnek olmalıdır.

Atatürk’e sahip çıkmak

25 Aralık 2021

Prof. Dr. Haydar Baş’ın 10.01.2013 tarihli yazısıdır.

2012 senesini uluslararası 6 Ehl-i Beyt sempozyumu ile tamamladık. Bazı çevreler inkâr etseler de, Türk milletinin hamurkârı Alperenler eli ile yoğrulmuş İslam medeniyetidir, Ehl-i Beyt sevgisidir. 2012 senesini üzeri örtülmüş bu sevda ateşini tekrar yakarak geçirdik.

2013 senesini ise, Milli Kahramanlara ayırdık. Güzel Anadolu’nun her karışında bir maneviyat büyüğü, bir kahraman yatıyor. Yapmak istediğimiz 1990’lı yıllarda ortaya koyduğumuz “dini bütünlüğümüz, milli bütünlüğümüzdür” görüşümüzü bugün de hayata geçirmektir. Türk milleti, Mustafa Kemal’in riyasetinde gerçekleştirdiği bağımsızlık mücadelesini bu iki değeri birleştirerek kazanmıştı. “Vatan işgaline karşı mücadele, kaynakların talanına dur diyebilmek, bağımsızlığın korunması, namusumuza ve inancımıza karşı yapılacak müdafaa ancak dini ve milli bütünlük ile korunabilir” diyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti devleti de aynı fikriyat ile kurulmuştur. Bu hakikati gören Atatürk, Türkiye ismini dahi 3 gün kaldığı Nevşehir’de, Hacı Bektaş’ın vekillerinden Cemaleddin Çelebi Dede ile beraber almıştır. Kurtuluş Savaşının kazanılmasında etkili olan o Kuvayı Milliye ruhu, azmini, yedi düvelle mücadele edebilme cesaretini manevi büyüklerin desteğinde bulmuştur. Atatürk, ağzı dualı büyükleri cephenin her sathında hissettirmiştir.

Hal böyle iken, Gazi’nin hakkında, arkasından itikadı ve dine bakışı konusunda yanlı ve yanlış bilgiler Türk milletine pompalanmıştır. Bilinçli olarak oynanan bu senaryo, Türk milletinin Ata’sına olan sevgi ve bağlılığını kullanarak, toplumu istenilen noktaya taşımak için bir yol olarak seçilmiştir. Atatürk’ün arkasından gelişen Cumhuriyet tarihi, “laiklik kisvesi arkasından dindar ile mücadele” ile geçmiştir.

Bu süreçte baskılara ve yanlışlara direnemeyerek, dini ve milli duygularını muhafaza edemeyenler, maalesef Atatürk ile dindar kesimin arasının açılmasına sebeptir. Gelinen noktada, “inancını yaşayan Müslüman Türk milleti hakkında, Atatürk’ten konuşamaz, ona saygı duyamaz, ona sahip çıkamaz” şeklindeki yanlış görüş değişmez bir kural halinde kabul edilmiştir. Bizim üzüldüğümüz, Türkiye’deki aydın kesimin de bu Batı destekli senaryoya bilerek veya bilmeyerek alet olmasıdır.

Kocaeli’nde gerçekleştirdiğimiz Milli Kahramanlar Sempozyumu hakkında görüşlerini kaleme alan gazeteci Emin Çölaşan da bu cenahta yer aldı. Salonu dolduran binlerce insanımız ile buluşmamızdan Türk milletinin tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin içinde bulunduğu tehlikeli süreçten bahsettiğimiz konuşmamızdan aklında sadece başörtülü ve sakallı kişilerin Atatürk’ü alkışlamasına olan şaşkınlığı kalmış. Biz, on yıllardır farklı başlıklar altında devlet-millet kaynaşmasını, Atatürk Türkiye’sindeki üniter devletin muhafazasını; Laz, Çerkez, Türk, Kürt bir olduğumuzu anlatıyoruz. Atatürk’ü de ilk defa ağzımıza almış değiliz. Onun dindar bir Müslüman olduğundan, başlattığı Kurtuluş Savaşı ile bugünlere gelebildiğimizden hemen her fırsatta bahsederiz. Atatürk, kimsenin tekelinde ve yalnız bazılarının izni ile konuşulacak bir kimlik değildir.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu, Lozan’da gayrimüslim – Müslim ayrımını, daha sonra da Yunanistan ile nüfus mübadelesini gerçekleştirecek hassasiyette bir Müslümandı. Üstelik maneviyatı yaşayan bir kişi olarak Atatürk, kapitalizmin karşısında ezilen halklara örnek bir liderdi. Bugün Atatürk’ten bahsedenler, onu “içinde bulunmadığı bir dinsizlik kimliğine bürüyeceklerine”, hayatı boyunca yaptığı sömürüyle mücadelesini anlatmalılar. Atatürk’e sahip çıkmak, kapitalizmin esiri olmuş bir zihniyetten maaş almakla yapılamaz. Atatürk’e sahip çıkmak, beğendiğin bir tarafını öne çıkararak, diğer tarafını karartmakla da olamaz.
Türk devletinin kurucusu elbette ki, Türk milleti gibi Müslümandı, dindardı. Çanakkale Savaşı yıllarında cepheden gönderdiği mektuplarda Allah’a olan inancı ile bu savaşı kazanacağını yazmıştı. İlk TBMM’ni Cuma günü ve hutbelerle açan Atatürk, Ramazan orucunu tutardı. Kız kardeşi Makbule, “Kadir gecelerinde bana iftara gelirdi” diye anlatmışlardır.
Cuma namazlarına da giderdi. Camide, “Allah birdir, şanı büyüktür” diye başlayan ve Hz. Peygambere övgülerle devam eden hutbeleri vardır. Yedi yaşında annesinin isteği ile Kuran’ı hatmetmiş ve 8 yaşında hafız olmuştu. Eskişehir’deki Mihalıççık Camisi’ni cebinden verdiği 5 bin lira ile tekrar yaptırmıştı.1937 senesinde Filistin’e karşı Haçlı saldırılarını öğrendiğinde bir bildiri yayınlamış ve Filistin’e “el sürülmez” diye ifade etmiştir. Kısaca, bugün bazı çevrelerin işlerine öyle geldiği için dine karşı imiş gibi gösterdikleri Atatürk, “aslında Pazar günü sakallı ve başörtülü vatandaşlarımızın alkışladığı” liderdir. Biz Sayın Çölaşan gibi düşünen aydınlarımıza, olayları Batı gözlüğü ile değil, Müslüman – Türk feraseti ile tahlil etmelerini tavsiye ederiz. Ve yine deriz ki, eğer gerçek bir Atatürkçü ise federatif yapının konuşulduğu, kaynakların peşkeş çekildiği, AB ve ABD dışında bir gündemin olmadığı ülkemizde, bugün tam bağımsızlığın simgesi Atatürk’ü ayakta alkışlayan gerçek Atatürkçülerle beraber olmalıdır.

Atatürkçü iseniz…

25 Aralık 2021

Ülkelerin gerektiğinde her türlü mal ve hizmeti üretebilme gücüne sahip olmasının, iç ve dış harcamalarını borçlanmadan temin edebilmesinin adı ve formülüdür, Milli Ekonomi Modeli (MEM). Adında yer alan “milli” ifadesine rağmen MEM, evrenseldir ve millilik uygulanacağı her ülkenin, kendi kaynakları ve insanının emeği ile ayakta durabilmesini ifade etmektedir. Bu manada, Milli Ekonomi Modeli tam bağımsız bir ekonomi anlayışıdır.

Tıpkı Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı’nın ardından, “Ekonomi savaşı sürüyor, uzun sürecektir ama bunu da kesinlikle kazanacağız” diyerek belirttiği tam bağımsız ekonomi devrimi gibi…

Atatürk’ün ekonomi devrimi, İzmir İktisat Kongresi’nde ilan edilmiştir. İzmir İktisat Kongresi, tam bağımsızlığımızın belgesi Lozan anlaşması henüz imzalanmadan 4 ay önce gerçekleştirilmiştir. Bu çaba, bağımsız bir ekonominin, bağımsızlığını yeni kazanacak bir devlete olan katkısını göstermektedir.

İzmir İktisat Kongresi’nde, Misak-ı İktisadi kararları kabul edildi. Buna göre yerli sermaye güçlendirilecek, milli bankalar kurulacak ve yerli malı kullanımı teşvik edilecekti. Ve bu kongrede düşmanların ekonomik bağımsızlığa kavuşmamızı istemediklerinin altı çizilmiştir.

Kısaca, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelleri atılırken, IMF ve Dünya Bankası benzeri para satan kuruluşlardan destek alınmamıştır. Para bulmak maksadı ile ruhsat vererek ülkenin madenlerinin yabancılara devredilmesi düşünülmemiştir. Bugünün AB benzeri birliklerinin karşılığı olarak o dönemde Amerika, İngiltere veya başka bir ülkenin aklına güvenerek ekonomiye yön verilmemiştir. Yabancıların fikirlerine göre hareket edilmemiştir. Tam tersine, dönemin emperyalist zihniyetlerine karşı bağımsızlığın temeli ekonomik bağımsızlıktan geçer fikri ile her şeyin milli olduğu bir dönem başlatılmıştır. Tıpkı Milli Ekonomi Modeli’nde olduğu gibi…

Bu sebeple, bugünün emperyalist saldırılarından korunmanın yolunun bağımsız bir ekonomiden geçtiğini gören ülkeler Milli Ekonomi Modeli’nde karar kılıyor. Rusya’nın devlet başkanı düzeyinde, “uygulayacağım” dediği Milli Ekonomi Modeli, bugün kapitalizme karşı ekonomi atağına kalkan Çin’in gündemindedir.

Çin de yakın gelecekte, MEM’i hayata geçirmeye başlayacaktır. Bizler, bugün Atatürkçü olduklarını iddia edenlere sesleniyoruz. Her sahada ama özellikle iktisadi bağımsızlığı ilke edinen Atatürkçülüğün neresindesiniz? Tam bağımsız ekonominin bugünkü kurallarını yazan Milli Ekonomi Modeli, gerçek Atatürkçülerin ekonomi modelidir. Eğer gerçek Atatürkçü iseniz, manda ve himayeye dayalı IMF ve Dünya Bankası talimatları ile şekillenen günümüz kapitalist ekonomi anlayışını savunmayı bırakınız ve Milli Ekonomi Modeli’ni hayata geçiriniz. Zira iktisadi bağımsızlığın tek yolu Milli Ekonomi Modeli’dir.

    Sepet
    Open chat