All posts by: İsmail Çetin

Laiklik dinin, Cumhuriyet vatanımızın teminatıdır

20 Ekim 2023

Bazı kavramları iyi okumak, doğru anlamak ve algılamak için aslına bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çıkar gruplarının şahsi menfaatleri uğruna kavramların içini boşaltarak sunmasının, şahsa, nihayetinde topluma verdiği zarar aşikârdır. Bundan dolayı araştırmadan, anlamadan, dinlemeden, doğruyu bulmadan ciddiye almanın doğru olmadığı kanaatindeyim.

Özellikle de uydurma ve hurafe söylemler toplumumuzu ötekileştiren, kardeşlik ve birlik bağlarını kopararak uçurumun eşiğine getiren, büyük fitne tohumlarının atılmasına sebebiyet veren olgular olmuştur. Ondan dolayı Allah’ın emirlerini, Allah’ın verdiği aklımızı kullanarak çözmenin doğru olacağı ortadır.

Atatürk, yokluk içinde var olma mücadelesini kazanarak düşmanı temizledikten sonra; ülkemizi muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak için kolları sıvamış, var gücü ile çalışarak yeniliklere imza atmıştır. Bunların başında da ortaya koyduğu ilkeleri olmuştur.

Her ilkesi milletimizin, din, vicdan, namus emniyetini güvence altına almak, vatanımızın bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliğinin teminatını sağlamak için ehemmiyetli, özgün ağırlığı yüksek değerlerdir.

Bu ilkelerden en istismara açık olanı “Laiklik” ilkesi olmuş, ardından da “Cumhuriyetçilik” ilkesi gelmiştir.

Cumhuriyetçilik, halkın özgür olarak iradesini ortaya koymasının adıdır.

Atatürk, dini istismar eden din tüccarlarına karşı dini ve dindarları korumak, insanların dinini doya doya yaşamasını sağlamak için de laikliği ilan etmiştir.

Laiklik, dinin ve dindarın teminatıdır. Dinsiz bir kişinin laik olması da mümkün değildir. Dindar kişi de Atatürk’ün laikliğinde dinini doya doya özgürce yaşar.

Atatürk, laiklik ilkesini gerçek bir dindar olduğu için hayata geçirmiştir.

Laiklik, din tüccarlarının, hak dini yaşadığını zannedip yaşamayanların gerçek dindarla ayrıldığı noktadır. Kısacası İslam’ın ta kendisidir.

Atatürk’ün ortaya koyduğu laiklik ilkesinde iki taraf mevcuttur. Bir taraf devlet, diğer tarafı da dindir. Taraflardan biri olmazsa o tabirin anlamı yok olur.”Ben dine inanmıyorum, ama laikim. Ben laikim ama din kavramına uzağım” diyen kişi Atatürk’ün laiklik anlayışını kaybetmiş, kendi laiklik tanımını devreye koymuştur.

“Laiklik gelirse din bitecek” diyen zihniyet de gaflet içindedir. Laiklik tam manası ile devreye konulursa din Kur’an üzre yaşanır.

Gelelim bir kesim tarafından yanlış kullanılan, bir kesim tarafından da yanlış anlatılan laikliğin özüne; Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.

Laiklik, solun cahil kesimi tarafından bu millete çok yanlış anlatılmıştır. Laiklik denince, dindarla dinciyi ayıramayan solun zır cahil kanadı ikisini de aynı kefeye koymuş ve laikliğin dindar kesim tarafından bir öcü gibi algılanmasına sebebiyet vermiştir.

Bazı sol cahiller Atatürk’ün laikliğini kendi çıkar ve menfaatleri uğruna abuk sabuk bir şekle dönüştürmüşlerdir.

Atatürk,”Zamanın fetö zihniyetlerini devlet işlerine karıştırmamak için laiklik demiştir. Din kutsaldır, Allah’ın kelamlarını devleti yöneten kişilerin çıkar ve menfaatleri uğruna kullanmaması için laiklik ilkesini devreye koymuştur. Lakin devlet işlerinde dindar insan olmasın dememiştir. Kahir ekseriyeti Müslüman olan bir ülkede bu mantık zaten işlemez. Farklı düşünen kişiler ya İngiliz, ya da Yunan ajanlığına soyunmuştur. Ya da Atatürk’ün zekâsıyla dalga geçiyor demektir.

Atatürk laikliğini, Atatürk tüccarlığı yaparak şahsi laiklik anlayışlarına çeviren solun cahilleri, bu millete gerçek Atatürk’ü ve laikliği anlatsalardı işte o zaman Atatürk’e hiç kimse dil uzatamayacaktı.

Diğer taraftan,

Din kisvesi altında ajanlık yapan zihniyetler, dindar kesimi kendi çıkar ve menfaatleri uğruna kullanarak, anti Laiklik ve Anti Atatürk propagandaları ile bu milleti ayrıştırmada büyük rol oynamıştır. Sanki laiklik din düşmanlığı gibi sunulmuştur.

Sağın cahilleri “Atatürk dinsiz derken”, solun cahilleri dindar mı demiştir? Solun cahilleri de sağın cahilleri de Atatürk’ü fil misali çıkar ve menfaatleri uğruna kullanmışlardır.

Solun cahilleri laiklik denince, içki içmeyi, dindar olmamayı, namaz kılmamayı hülasa din karşında olma mantığını ortaya koymuşlar ve bu mantığı yaymaya çalışmışlardır.

Buradan hareketle bu millete yıllar önce Atatürk’ün dindar olduğu anlatılsaydı. Ülkemizde sağ-sol kavgası yaşanmayacaktı. Bilinen 20 bin eğitimli yarınlarımızın teminatı fidan gibi gençlerimiz bir hiç uğruna ölmeyecekti. Ülkemizin bugünleri daha farklı olacaktı.

Düşündünüz mü hiç bunların vebalini kim ödeyecek!

Laik insanın sağcısı, solcusu olmaz. 85 milyon topyekûn birdir, beraberdir, kardeştir. Ülkemizin tek eksiği bu birlik ve beraberliği sağlayacak iradeye ülkemizi yönetecek yetkiyi vermemesinden kaynaklanmaktadır.

Bandı biraz geriye saracak olursak;

Sağcı ne dedi?

“Vatan, millet, bayrak” dedi.

Solcu ne dedi?

“Vatan, millet, bayrak” dedi.

Peki, aralarındaki fark neydi?

İşte dananın kuyruğu burada koptu. Bu millete, dindar Atatürk’ün anlatılamaması ve öğretilmemesi tek gerçekti. Şayet gerçek Atatürk gizlenmeseydi. Merhum Prof.Dr. Haydar Baş’ın ortaya koyduğu gibi Dindar Atatürk anlatılsaydı, ülkenin akış şeması çok farklı olacaktı. Kavgalar, olaylar, darbeler,15 Temmuz yaşanmayacaktı.

Laikliğin amacı dinde hürriyeti sağlamaktır. Her ferde özgürce dinini yaşatmaktır. Ama gelin görün Atamızın laiklik ilkesine bir türlü vakıf olamadılar. Dini, cübbe ve sarıkta gören bazı kesimler, dinsizlik kisvesine büründü, laikliği içki bardağında sananlar, varamadılar zavallı halleriyle, Atatürk’ün felsefesine.

Bu bağlamda Cumhuriyet’in kazanımları saymakla bitmez. Yeter ki doğru algılayıp, doğru yaşayalım. Türk milletini hak-hukuk sahibi yapan cumhuriyettir. Türk milleti cumhuriyetle beraber insan olduğunun farkına varmıştır. Kadınlara insan olduğunu, insanlık hakkını, ikinci sınıf bir vatandaşlıktan vatandaş olma hakkını cumhuriyet vermiştir.

Atatürk’ün cumhuriyeti vatanımızı ve vatandaşımızı teminat altına almıştır.

Atatürk ülkemizin kolonudur. Atamızın bütün ilkelerine, bilhassa laiklik ve cumhuriyetimize içimizdeki ayrık otlarını temizleyerek sıkı sıkıya sarılırsak, birlik, beraberlik içinde, fitneden uzak, ekonomik seviyesi yüksek, huzurlu ve kardeşlik içinde yaşarız.

Yunan’a gücü Atatürk düşmanları veriyor

20 Ekim 2023

Atatürk, yokluk içinde var olma mücadelesini yedi düvele karşı Hacı Bektaşi Veli gibi büyük bir evliyayı arkasına alıp, inandığı olguları yüreğiyle Türk Milletine hutbelerde, gemilerde, toplantılarla… Empoze ederek sayısız zaferlere imza atıp Türk milletinin namusunu, varlığını, birliğini kurtarıp, koruyarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Ehl-i Beyt nefesi ile kurmuştur.

Ülkemizi saran düşmana ve işbirlikçisi “Ülkemizi İngiliz yönetsin” diyen zihniyete karşı verdiği mücadelede Türk milletinin milli ve dini duygularını yoğurarak tek bilek yapmayı başaran Gazi Mustafa Kemal Atatürk İmanını ortaya koyarak kazandığı savaşlardan sonra Dünya’ya korku veren aynı zamanda da çok sayılan bir lider olarak tarihin temiz sayfalarında yerini almıştır.

Mücadelesinin her bölümü üstün başarılarla, zaferlerle dolu olan, son olarak İzmir’de Yunan’ı denize dökerek topraklarımızı ayrık otlarından temizleyen Atamız bununla da kalamamış ülkemizi muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak için kolları sıvamış, var gücü ile çalışarak az zamanda çok büyük işlere imza atmıştır.

Hayata gözlerini yumduktan sonra dahi Dünya’nın saygı duyduğu ve çekindiği lider olmuştur.

Buradan hareketle gelelim yazımızın ana temasına hemen burnumuzun dibinde bırakın savaşmayı “Atatürk” desek yüzmeyi bilmeyeni dahi kendisini denize atacak olan bir avuç Yunan, ardı arkası kesilmeyen tehditleri savurduğuna şahit olmaktayız.

Her gün farklı bir senaryo ile karşımıza çıkmaya çalışan Yunan’ın ABD ve AB ülkelerinden güç aldığı fikrinde birleşen televizyonlarda haritanın karşısına geçip birilerini memnun etmek adına konuşan ve sihirli değneği elinden düşürmeyen zihniyetlerin yanıldığını ve büyük fotoğrafı gözden kaçırdıklarının altını çizerim.

Burada “aslolan kimin ne dediği ne yaptığı değil de bizim ne yaptığımız” kilit cümlesidir.  Zaten aklıselim düşünüp olayı ele alacak olursak o güçlerin hiçbiri bize dost olmadı, hiçbir zamanda dost olmayacaklardır. Topraklarımız üzerindeki kötü emelleri sonsuza dek devam edecektir. Dost olmalarını da beklemek havanda su dövmekten ibaret olacağını fikri Türk milletinin ortak kanısı olduğunu düşünüyorum.

Buradan hareketle Yunan’a en büyük gücü veren zihniyetler içimizdeki Atatürk düşmanlığı yapanlardır. Bazı çevrelerce Atatürk’e hakaretin büyük pirim yaptığı aşikârdır. Bu kabul edilemez tavırlar içte ve dışarıda ülkemiz üzerinde emelleri olanların ekmeğine yağ sürdüğünün altını kalın puntolarla çizerim. Olayın köküne inecek olursak bu kişiler aslında en büyük zararı ülkemize, halkımıza ve toprak bütünlüğümüze vermektedirler.

Bugün Atamıza iftira atanlar unutmamalıdır ki Atatürk ibadetimizi doya doya yapalım diye Türkiye Cumhuriyeti Devletini inşa etmiştir.

Bizi ayakta tutan ortak paydalarımız Atatürk, Türklük, Andımız, Türkiye Cumhuriyeti… Gibi olmazsa olmaz değerlerimiz, temel taşlarımız yok edilmeye çalışılarak toplumumuz ne taraftan estiği belli olmayan, devamlı değişkenlik gösteren rüzgârların akımına kaptırılmaya çalışılmıştır.

Lakin unutulmamalıdır ki bu değerlerimiz ülkemizin çimentosudur. Bu olmazsa olmaz değerlerimiz insanımıza manevi bir birliktelik sağlayarak, aidiyet duygusu yüklemektedir. Bu da Millet olmamızın adını ortaya koymaktadır. Bu kavramlar Türk toplumuna cesaret, güç, kuvvet ve güven verirken, ülkemiz üzerinde hain emelleri olanlara korku ve gözdağı vermektedir.

Biz bu değerlerin içini boşaltmaya çalıştıkça güç erkleri tersine dönmektedir. Toplumumuz güç kaybederken, ülkemiz üzerinde hain emelleri olanlarda güç kazanmaktadır.

Gelişen ve değişen Dünya arenasında büyük oyuncu olmak istiyorsak ta geçmişimizi unutmadan, dini ve milli değerlerimize bağlı adaletli bir şekilde, hiç kimseyi ötekileştirmeden akıllı adımları hep beraber atmalıyız.

Ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliği için; Milli ve Dini konularda tek ses olmak istiyorsak, dış güçlere, pkk’ya, fetö’ye, diğer terör örgütlerine, milletimizin birliğine, ülkemizin bütünlüğüne göz dikenlere karşı çelikten bir ülke olmak istiyorsak; Ehl-i Beyt inancıyla Atatürk etrafında kenetlenerek, Haydar Baş hocamızın bütün miraslarına bilhassa insanlığa adadığı “Milli Ekonomi Modeli’ne”,“Hoş Geldin Atatürk” ve “Birlik mayamız Ehl-i Beyt’tir” felsefesine sahip çıkıp, bu yolda yürümekle mümkündür. Bu eksen bizim huzur, birlik ve kardeşliğimizin teminatıdır.

Buradan hareketle işin vahamet tarafı da milletimizin birliği, devletimizin bütünlüğü için milli ve dini konularda tek ses, tek bilek, tek yürek olamıyorsak vah halimize. Çok büyük bir sorunun olduğuna ve bir şeylerin doğru gitmediğinin farkına varmaktan başka çaremizin olmadığını görmemiz gerekir.

Atatürk’e pervasızca dil uzatanlar Milli ve manevi olarak olayı masaya yatırıp inceleyecek olursak ne kadar yanlış içinde olduklarını göreceklerdir. İkisi de vazgeçilmez değerlerimiz, kırmızıçizgilerimizdir.

Olayı manevi boyutundan yola çıkıp ele alacak olursak, Atatürk’e iftira atan Allah yolunda mücadele veren bir kula iftira atmış olur. Hak çizgisindeki bir insana iftira atan iblisin ta kendisidir. Yâda iblisin değirmenine su taşıyan taşerondur.

Milli boyutunda ise, hayatını hiçe sayarak, hesapsızca, olmayacak dediklerini başararak yurdumuzu düşmandan temizleyerek bağımsızlığımızın kazanılmasına vesile olan bir kişiye ağza alınmayacak, beyinleri yakan iftiralar atarak İsrail’in, Yunan’ın ve ülkemiz üzerinde hain emelleri olanların değirmenine su taşımaktadırlar.

Lakin Türk Milleti azınlık ruhlu bu iblislere ne meydanı bırakır, ne de Atatürk’e sonsuza dek sahip çıkmaktan vazgeçer.

Unutulmamalıdır ki Atatürk mavi gözlü, yakışıklı olduğu için sevilip, sahip çıkılmıyor. Atatürk dürüst, imanlı, ihsanlı, vatansever, bir rol model olarak, ülkemizi düşmanlardan temizleyerek namusumuzu kurtardığı, bizi bağımsız bir ülke yaptığı için seviliyor, sahip çıkılıyor. Ondan dolayı Atatürk Vatandır. Atatürk birleştirici harçtır. O’nun çatısında birleşelim dememizdeki ana sebepte budur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin harcı yokluk içinde samimi duygularla, şehitlerimizin kanı ile karılmıştır. Bu harcı karan da Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmuştur. Ülkemizin birliğine musallat olan zihniyetleri bertaraf etmenin yolu Atatürk çizgisinden çıkmadan hareket etmekten geçtiğini hiç unutmamanızı tavsiye ederim.

Şeriat gelmez, yaşanır

20 Ekim 2023

Ülkemizde bazı kesimlerin Atatürk’ün dindar olmasından çok rahatsız.

Din tüccarları “Atatürk dindar” demezken, aklı sıra Atatürk’ü içki bardağında arayanlar da dinsiz olmasını istemektedirler.

İnsanlara suni gündemler oluşturmak, toplumu ayrıştırmak adına “şeriat”, “laiklik” tartışmalarını her fırsatta alevlendirmek için ortam sağlamaya çalışanlar olduğu aşikârdır.

Atamızı gerçek kimliğinden, yani 57 yıl yaşayan Atatürk’ü çerçevesinden çıkarıp farklı, farklı kimliklere sokmaya çalışan zihniyetler, Atatürk’ün Müslüman&Türk milletine hizmet etmekten farklı bir hayatının olmadığını idrak etmelidirler.

Olayı 2 boyutu ile ele alacak olursak;

Atatürk, akıllarını kiraya verip kime hizmet ettikleri belli olmayan bazı çevrelerin ortaya koyduğu gibi din düşmanı falan değildir. Aksine gayet dindar, dine hizmet eden, hak yemeyen lakin dini kullanmaya çalışanlarında karşısında dimdik duran, ömrünü vatanına milletine adayan dünyanın saygısını, Türk milletinin sevgisini kazanmış büyük bir liderdir. Madalyonun bir tarafında böyle iken, diğer tarafında, Atatürk, kendisini koyu Atatürkçü olarak lanse eden birilerinin de içki bardağı paylaşarak üstüne “Yaşasın Cumhuriyet” yazmak sureti ile ortaya koyduğu gibide değildir.

Bu zihniyetlerinde Atatürk’ün dini kimliğinden rahatsız olduğu ve illa Atatürk’ü zorlama din düşmanı yapmaya çalıştıkları da gözümüzden kaçmıyor.

İşin ilginç tarafı da farklı düşündüklerini sanan iki zihniyette ayrı ayrı yollardan aynı şeyi söylediklerinin de farkında değiller.

Bu zihniyetler, yıllardır toplumu kutuplaşmaya sevk etmeye çalışan zeminler olmuştur. Lakin “Yaşayan Atatürk” yani hiçbir helali haram, hiçbir haramı helal yapmayan dindar Atatürk, toplumu bir, beraber kardeşçe yaşatmaya muktedirdir. Atatürk’ü bir yerlere çekmeye çalışmak da beyhudedir.

Toplumu bir ve beraber yapan yapı taşı da Atatürk’ün Türk milletine yüklediği aidiyet ruhudur. Bu ruh milletimizi tek bilek, tek yürek yapan, birlik beraberliğimizi sağlayan olgudur.

 Çanakkale Savaşı’nı, Kurtuluş Savaşı’nı Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni… Hep beraber verdik. Ülkemizi beraber inşa ettik. 85 Milyon birdir, beraberdir, kardeştir. Bu kardeşliği Atatürk sağlamıştır.

Bizde toplum olarak, yapıcı bir dille, ortak bir akılla, olgun yaklaşımlarla bu birlikteliği ve kardeşliği bozmadan devam ettirmek zorundayız. Ayrıştırıcı ve ötekileştirici girişimlere de fırsat vermememiz gerekir.

Buradan hareketle şeriat, laiklik tartışmaları da “havanda su dövmek” ibaresi kadar ciddiye alınmayacak bir meseledir. Çıkar gruplarının menfaat sağlamak amacıyla ortaya attıkları boş tartışmalardır.

İki kavramı da ele alacak olursak;

Allah, Kur’an-ı ile Şeriat’ı 1411 yıl önce getirmiş, Resulü Hz. Muhammed Mustafa’sı aracılığı ile de insanlığa tebliğ etmiştir.

Şeriatın gelmesinden 1327 yıl sonrada ülkemizde 1937 yılında Laiklik ilkesi Atatürk tarafından ilan edilmiştir.

Şeriat, Allah’ın emirleri iken, Laiklik kul tarafından ortaya atılmış ve uygulanması sağlanmaya çalışılmış bir kavramdır. Hadis de değildir. İkisini aynı kefeye koyup kıyaslamak, hele de biraz dini bilgisi olan bir kişinin kıyaslaması cehaletin üst segmentidir.

Bu kadar büyük başarılara imza atan, vatanı kurtaran, “Müslüman hür yaşasın” diye mücadele veren, zeki, akıllı, dindar, deha bir lider olan Atatürk, kafayı mı yedi ki Laiklik ilkesini din düşmanları türesin diye ilan etti!

Veya Atatürk’ün hiç işi yoktu da  “Özgürce dinini yaşasın” diye düşmandan kurtardığı Müslüman&Türk milletini bir kavram ortaya atayım da dininden soğutayım..! Böyle bir şeyi havsalanız alıyor mu?

Ha sen kalk düşmanı yurttan temizle, hayatını Müslüman&Türk milletine ada. Müslüman&Türk milleti için hayatını hiçe say, namusunu kurtar. Sonra ardından Müslüman&Türk’ü bitirmeye çalış!

Allah’ın bir kulu olan Mustafa Kemal Atatürk dindar bir kişiliğe sahip, Allah korkusu olduğundan şeriatı teminat altına almak istediği için laikliği ilan etmiştir.

Atatürk’ün ilan ettiği laiklik, dinin ve dindarın teminatıdır. Dinin doya doya özgürce yaşanması yani Allah’ın Peygamberi aracılığı ile insanlığa getirdiği şeriatı teminat altına almak, Allah’ın kelamlarını herkes kafasına göre kullanmasın, Kur’an’da ne yazıyorsa o yaşansın diye ilan edilmiştir. Sonradan ortaya atılan fikirler şahısların çıkar, menfaat çelişkisidir.

“Şeriat gelecek, dertler bitecek” diyen zihniyetlerin oyunlarını Prof.Dr. Haydar Baş “Şeriat gelmez, yaşanır”gerçeğini ortaya koyarak bozmuştur.

Dinin Kur’an üzre yaşandığı her yerde şeriat vardır. Seccadeyi serdin “Allah’u ekber” dedin. İşte şeriat gelmiştir.

“Niyet ettim bugünkü orucumu tutmaya” dedin. İşte şeriat gelmiştir.

Allah’ın emirlerine ve hayatı Kur’an üzre olan Peygamberimizin yaşantısına şeriat denir.

Allah’ın kelamlarını Atatürk, Elmalılı Hamdi’ye Türkçe’ye çevirttirmiştir. Kafanıza takılan her ne varsa Kur’ân-ı açın, bakın doğrusunu kendi gözünüzle görün ve ona göre karar verin.

Buradan hareketle “Şeriatı getirelim” diye çığırtkanlık yapanlara şeriatı Allah’ın getirdiğini hatırlatırım. Hepimize düşen asli görev birlik beraberlik içinde doğru, dürüstçe yaşamaya çalışmaktır. Vatanımız ve milletimiz üzerinde hesabı olanlara karşı kartopu gibi olmaktan başkada çaremiz yoktur.

Ruhun şad olsun Atam

20 Ekim 2023

Atamızın Hakk’a yürümesinin üzerinden tam 84 yıl geçmesine rağmen her 10 Kasım’da 783.562 kilometrekarede yaşayan Türk milleti başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde yaşayan insanlığın10 Kasım 1938 günü saat 9.05 geçe hüznü derinden yaşadığına şahit olmaktayız. Bu yılda tablonun farklı olmayacağı kanaatindeyim. Vefakâr ve duygusal halkımızınçok sevdiği Ata’sını kaybetmenin boşluğunu dolduramamasından kaynaklı olarak hüznü devleşerek büyümektedir. Bu hüznünü ve yasını içinde yaşayarak Atatürk’ün çizdiği yoldan ayrılmadan ilerleyeceğini de teminat altına alıp bu heyecanı tazelemektedir.

Hayatını Müslüman&Türk milletine adayan Ata’mız son nefesine kadar halkımızı esaret altından kurtarıp özgüce yaşatmayı kendisine şiar edinmiş bir mantaliteye sahip olduğuna şahit olmaktayız. Her attığı adımda şahsiyet abidesi olan duruşundan santim taviz vermeyen Gazi Paşamız sadece Türk milletinin yanında değil, dünya insanlığının gözünde de rol model olmuş büyük bir şahsiyettir.

57 Yıl boyunca doğuşundan itibaren dillere destan yazdığı gerçek hikâyeler hafızalarımıza kazınmış birer ders niteliğinde eserler olarak beynimizde yerini almış, tarihimizi göğsümüzü gere gere anlatmamıza vesile olmuş, aidiyet duygumuzu perçinleyerek “Biz Türk milletiyiz” diyebilmenin onurunu ve gururunu yaşatmıştır.

Hakka yürümesinin ardından gerçek değerini bulmakta zorlanan; bazılarının dövdüğü, bazılarının şahsi çıkarları uğruna övdüğü Ata’mıza Merhum Prof.Dr. Haydar Baş “Hoş Geldin Atatürk” diyerek gerçek değerini vermiş, halkımızın da gerçek Yaşayan Atatürk’ü öğrenmesini sağlamıştır. Gerçek Atatürk’ün ortaya konduğu bu eseri herkesin muhakkak okumasını tavsiye ederim.

Ata’mızın hayatı ile ilgili yapılan spekülasyonlara değinecek olursak birçok ortaya atılan fikir, bilgi ve yaftalamaların doğru olmadığı uydurulmuş bir yaşam ortaya konulduğuna şahit oluruz. Atamız vatanına, milletine, bayrağına, dinine bağlı gerçek manada bir Türk evladı idi. Hiçbir helâlı haram, hiçbir haramı helal yapmadan bir hayat sürmüştür. Bulduğu ve oluşturduğu bütün fırsatları şahsi çıkarlarını hiçe sayarak devlet, millet çıkarları için kullanmış ve kullandırmıştır.

Verdiği mücadelelerle takdire şayan sonuçlar ortaya çıkarmakla kalmamış; dik duruşu, feraseti ve ufkuyla her attığı adımda bir çağ açmış, bir çağı kapatmıştır. Ortaya koyduğu ilkesiyle insanlığa örnek olacak yeniliklere imza atmayı başarmıştır. Üstelik girdiği bütün mücadelelerde hiçbir zaman kaybeden taraf olmamıştır.

Padişahın “kullarım” dediği halkımızı “yok siz Allah’ın kulusunuz. O’na kulluk yapın ve özgürlüğünüzü doya doya yaşayın” diyerek Cumhuriyeti, diğer taraftan dinciler çok türeyip dindarı kullanmaya, ülkemizin birlik ve dirliği için tehlikeli olmaya başlayınca da Laiklik ilkesini ilan etmiştir. Atatürk, Laiklik diyerek din ve devlet işlerini birbirinden ayırmaya çalışmıştır. Kısaca din tüccarlarının, hak dini yaşadığını zannedip, gerçek dindarla ayrıldığı noktadır. İslam’ı koruyan kollayan, doya doya yaşanmasını sağlamaya çalışan bir olgudur. Atatürk’ün ilkelerinin içinde Devletçilik de bulunduğuna göre, Laiklik; Dindarı teminat altına alarak dinini doya doya yaşamasını sağmaya çalışan teminatın adı olduğu açık ve seçik ortadır.

Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak, çağdaş ve ileri görüşlü bir toplum oluşturmak adına hasta haliyle bile çok büyük mücadeleler vermiştir. Hakka yürümeden önce hekimler “Efendim yatağınızdan kalkmanız sakıncalı” derken dahi şahsını hiçe saymak kaydıyla Hatay’ı vatan topraklarına katmıştır.

Atatürk hak, adalet, hukuk, saygı ve sevgiden şaşmadan kardeşlik bağlarını güçlendirmek adına milletimizi tek bilek, tek yürek yapmak için Hacı Bektaş felsefesini kendine şiar edinmiş o çizgiden hiç çıkmadan milli ve manevi değerleri her şeyin üstünde tutarak bütün inancı ile beraber yokluk hâkimken var olma mücadelesini mikro imkânlarla vermiş, makro işlere imza atmıştır.

Buradan hareketle Haçlıya karşı Müslüman Tük milletinin namusunu, şerefini ve haysiyetini kurtarıp, ülkemizi dünyada parmakla gösterilecek bir konuma getiren,”kadınlarımız değerlidir” mantalitesini Türk milletine aşılayan, milletimizin özgürce yaşaması için haykıran, vatanına, milletine, dinine sahip çıkan, vatanımızda gözü olanlara marş, marş diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hakka yürümesinin 84. Yıldönümünde anarken, onun çizdiği yoldan son nefesimize kadar yürümeye devam edeceğimizi, “şayet O yok olursa vatan gider” mantalitesini zihnimizde hep taze tutacağımızı ve O’nun ismini silmek isteyen zihniyetlere aman vermeyeceğimizi açık ve seçik bildirir, Türk gençliğinin de bunu birinci vazifesi olarak görmesi gerektiğinin altını çizerim.

Bu vesile ile Atamız tarafından büyük fedakârlıkla kurulan Diyanet İşleri Başkanlığının kurucusu için dualar edip, 85 milyona bir Fatiha okutmasını bütün Türk milletinin beklediği kanaatinde olduğumu ve bunu da çokça hak ettiğini belirtirim.

Bu duygularla ruhun şad olsun Paşam

Osmanlı’yı kuran Yörük Alevileridir

20 Ekim 2023

Osmanlı, Ertuğrul Gazi’nin 1198-1281 yılları arasında verdiği büyük mücadele neticesinde oluşturduğu altyapı ile ölümünden sonra beyliğin başına geçen evladı Osman Gazi’nin cengâverlikleri, basireti, aklı ve cesareti; Ahilik edebi alan ve çevresine hak, adalet ve doğruluk yayan Şeyh Edebalı’nın manevi desteği, Ehl-i Beyt mayası ile yoğrularak kurulmuş, iman gücü ile yedi düvele hükmetmiş bir imparatorluktur.

Osmanlı’yı sağlam temellere oturtmak isteyen Edebalı, Ehl-i Beyt terbiyesi ile yetiştirdiği kızı Bala Hatun’u yine hamurunu Ehl-i Beyt mayası ile kararak elleri ile yetiştirdiği Osman Bey ile evlendirmiştir.

Osmanlı, böyle sağlam temel üzerine inşa edilmiş bir yapıdır. Kısaca Osmanlı İmparatorluğu’nu kuranlar Yörük Alevileridir. Yani Ahilik edebi, Ehl-i Beyt nefesi ile kurulmuştur.

Bandı biraz geçmişe saracak olursak Peygamber Efendimiz Hakk’a rıhletinden önce bütün sahabeyi Gadir-i Hum’da toplayarak verdiği hutbede velayetin başı olarak İmam Ali’yi ilan etmiştir.

Hz. Muhammed efendimizin de Hakk’a rıhletiyle beraber nübüvvet yolu son bulmuş, velayet yolu başlamıştır.

Velayet yolunun başı da Hz. Ali’dir. Kısaca hak yol, Allah’ın elçisi Hz. Peygamberimizin yolu ve onu devam ettiren Kur’an üzre yaşayan Ali yoludur.

İslam tarihinde çok önemli bir yeri olan bu olayla beraber hak yol Ehl-i Beyt yolunda Ali nefesi ile hareket eden Osmanlı İmparatorluğu, Dünya’nın her tarafına at sürüp gittiği yerlere İslam’ı, adaleti, hakkı, hukuku götürmüş, doğruluktan şaşmadan iman gücü ile yedi düvele hükmetmiştir.

Osmanlı’nın devasa bir imparatorluk olmasının altında yatan ana tema, hak İslam’ı yaşamasıdır. Bu yolda hareket ettiği müddetçe büyümüş çok etkili olmuştur. Ne zaman ki Ehl-i Beyt yörüngesinden şaşmış o zaman hızlı bir şekilde dibe çakılmıştır.

Koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu ana hatlar ile;

1- Ehl-i Beyt yörüngesinden çıkması,

2- Padişahların yabancı kadınlarla olan evlilikleri yıkmıştır.

Osman Bey ve oğlu Orhan Gazi’den sonraki bütün padişahların annelerine baktığımız zaman hiç birinin Türk olmadığını görüyoruz.

Ezberlerimizi bozarak hareket edersek yedi düveli hizaya getiren Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük zafiyetlerinden birisi bu olmuştur. Kuruluşta “Padişahın hanımı Türk olacak” kanunu çıkarılsaydı belki de Osmanlı yüzyıllarca yıkılmaz ve şuanda da dünyaya hükmetmeye devam eden bir devlet olabilirdi.

Ezelden bu yana tarihteki Türk devletlerini çok iyi inceleyebilirsek kuruluş mayalarında Ehl-i Beyt harcının bulunduğunu görürüz. Yıkılma sebepleri de aşağı yukarı aynı. Ehl-i Beyt anlayışından uzaklaşma olarak gözlemlemekteyiz.

Dünyaya hükmeden Osmanlı, dediğimiz gibi Ehl-i Beyt yörüngesinden çıktıktan sonra yanlışlar ardı ardına gelmiş ve yıkılmıştır. Yine Hacı Bektaş-ı Veli’den beslenen Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Laz, Çerkes… Hep beraber İman gücüyle verdiği kurtuluş savaşı mücadelesinin ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmuştur.

Jeopolitik konum olarak dünyanın en güzel yerinde yaşıyoruz. Allah her şeyi bahşetmiş. Ülkemiz, 85 milyon olarak ortak paydamızdır.

“Kişi ne çekerse yaptığı yanlışlar yüzünden çeker” demiş atalarımız.  Osmanlı da yaptığı yanlışlar yüzünden yıkılmıştır. Biz de geçmişte yapılan yanlışlardan ders çıkarıp bugün doğruyu yakalamaya çaba sarf etmeliyiz.

Bu topraklar Türkün, Kürtün, Lazın, Çerkesin, Alevinin, Sünninin dedesinin şehit kanıyla sulanarak vatan olmuştur. Aidiyet duygusu üst seviyede olan, bunun bilincini de gerçek manada yaşayan ve özenle taşıyan bir milletiz.

Merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın dediği gibi, “Hiç bir helali haram, haramı helal yapmayan” ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ortak paydamız, değerimizdir. Kimsenin şahsi malı, mülkü de değildir. Ülkemizin harcını Ehl-i Beyt mayası ile sağlam karan Atatürk’e tutunduğumuz sürece ülkemiz hiçbir sorun yaşamaz.

Devletimize, milletimize, bayrağımıza, milli ve manevi değerlerimize sahip çıkıp, eğitime, teknolojiye, bilime, üretime, çiftçimize önem vererek Atamızın çizdiği doğrultuda yolumuza devam etmemiz bütün başarılara bizleri ulaştıracağından endişeniz olmasın.

Kazanılmış hak, edinilmiş hakların önüne geçmemeli

20 Ekim 2023

Bir araya gelmiş kişilerin oluşturduğu toplumlarda edinilmiş ve kazanılmış haklar toplumdaki statüyü belirler, toplumlar ona göre pozitif veya negatif bir hal alarak şekillenir.

Özellikle sosyal ve siyasi alanda kazanılmış hakkın, edinilmiş hakları bastırarak yönetilen bir toplumda, ekonomik sıkıntı, sosyal çöküntüler, çürümeler, adaletsizlik baş gösterdiği gibi toplumsal çatışmaları da beraberinde getirir.

Kazanılmış hakkın, edinilmiş hakları adaletli bir şeklide yönetmesi durumunda ise hak ve adaletin sağlandığı gibi ekonomik sıkıntıdan söz etmek mümkün olmaz ve barış, kardeşlik, saygı ve sevginin hâkim olduğu bir toplum olur.

Ülkeyi yöneten irade kazandığı hakkı, kendisine kazandıran toplumun edinilmiş haklarını kazanılmış hakkından daha öncelikli ve kutsal görmeyerek önüne koyarsa, işte o zaman toplumda huzur, birlik, beraberlik yerini açlık, sefalete ve bununla beraber doğan kargaşaya bırakır.

Kişiler doğdukları andan itibaren belli haklara sahiptir. Bu hakların en başında vatandaş olmak gelir. Bunun gereği her vatandaşın öncelikle ekonomik sıkıntısı olmadan, huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşaması, edinilmiş haklarının öncelik sıralamasında trenin ilk vagonu olur.

Kazanılmış hak olan ve yöneten iradenin de asli görevi toplumu ekonomik sıkıtı çektirmeden, rahat, huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşatmakla, kazandığı hakkı devlet ve milletin edinilmiş haklarının önüne geçirmemekle mükelleftir.

Buradan hareketle hukuk sisteminin düzgün işlemediği her alanda adaletsizliğin baş gösterdiği toplumlarda diğer olgulardan söz etmek havanda su dövmekten ibaret olup teferruat moduna düştüğünün altını çizerim. Hukuk siteminin düzgün işlediği, adaletin zirve yaparak sağlam temeller üzerine oturtmuş bir toplumda ise; barış, huzur ve kardeşlik içinde, refah seviyesi yüksek yaşamanın yolu da ekonomik olgunluk seviyesini üst düzeye çıkararak orada tutma ile doğru orantılıdır.

Doğruluğu ve dürüstlüğü ilke edinmiş her kişi de sağlıklı ve huzurlu bir toplumu meydana getirmek ve sağlam temellerin atılmasında çimento vazifesi üstlenerek öncü kuvvet görevi görür.

Kazanılmış haklara sahip kişilerin edinilmiş haklara riayet ederek hareket etmesi durumunda adaletli bir paylaşım sisteminin kurulacağından, “ben” değil “biz” diyeceği için de“açlık”, “yokluk”, “sefalet” gibi kelimelerden söz etmek mümkün değildir.

Gelin görün ki ülkemizde kazanılmış haklara sahip kişiler yönetim şeklinde şahsi çıkarlarını edinilmiş haklara sahip halkımızın arkasına koyduğu için ekonomi dibe vurmuş, halkımız bitme noktasına gelmiş, sosyal alanda çöküntüler çoğalmış, ülke alttan alta çürümeye yüz tutmuştur.

Verimli topraklar, kazanılmış hakkın farklı toplumlara hizmet etmeye evrilmesi ile verimsiz hale getirilmiş, BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın ortaya koyduğu,”Ülkemiz portakal vererek fabrika kurdurtan bir ülkeden, fabrika satarak savaştaki 2 ülkeden buğday dilenir duruma getirilmiştir” tespiti, ülkemizin durumunu bütün çıplaklığı ile özetlemiştir.

Ayrıca, limon ve muz cenneti olan Mersin’in limanına gelen muz ve limon, tarım politikamızı özetleyen acı bir tablo olarak tarihin sayfalarında yerini almıştır.

Asgari ücretin 2 depo benzine eş değer hale getirildiği cennet ülkemiz felç edilmiş, yürüyemez hale gelmiştir.

Aynı mantaliteile hareket eden ülkemizi yöneten irade, diğer kaynaklarımızı bir kenara bırakın Avrupa ve Asya’nın ortasında bulunmamız hasebiyle ticaret açısından dünya ülkelerini çok geride bırakacak bir konuma sahiptir. Bu kadar verimli ve stratejik bir bölgede dış ticaret açığı veriyorsak, açlık ve sefaletten bahsediyorsak, anlayın ki kazanılmış hakkı elinde tutan irade ülkemizi yanlış bir sistemle yönetiyor manası çıkar.

Ülkeyi yöneten iradenin kaşıkla verip kepçeyle alma politikası; pazar, market fiyatlarında, doğalgaz, elektrik, su faturalarında alevlerin oluşmasına neden olmuş, ülkemizin her noktasında büyük yangınlar çıkmasına sebebiyet vererek, cepleri, elleri kısaca vatandaşımızı yakmış, küle çevirmiştir.

Diğer taraftan; devletimizin imkânları ile halkımıza hizmet etmesi için kurulan, bütün altyapısı oluşturulan ve kâr eden kurumlar, ülkeyi yöneten ve kazanılmış hakkını edinilmiş hakkın önüne koyan irade tarafından devletin elindeki tekeli şahıs tekeline çevirerek “özelleştirme” adı altında belli kişilere sadece fatura kesip parayı yastık altı yapması için altın tepside ikram etmiştir.

Hepimiz bu tabloyu okuduk.

Ülke ekonomisi, çamurlu sularda fırtına altında delik bir gemi gibi kör-topal yol aldırılmaya çalışılmaktadır.

Bundan dolayı adaleti kendisine şiar edinmiş, dünya insanlığının kurtuluşu “Milli Ekonomi Modeli”ni“Adaletli Ekonominin” timsali olarak “Benim Zenginim” mantığını silip “Benim vatandaşım” mantığını hâkim kılarak halkımızın hayat seviyesini yükseltip, cepleri doldurup vatandaşımızın yüzünün hep gülmesini sağlayacak temiz ellere verilmesi şarttır.

Birlik ve beraberliğimizi sağlayarak halkımızın geleceğini, yarınlarımızın teminatını garanti altına alacak, ülkemizde edinilmiş hakları, kazanılmış hakların önüne koyacak olan zihniyetle beraber olmamız kaçınılmaz bir hal almıştır.

Hep beraber “Mevzusu Ekonomi” olan ülkemizin bugününü göz önünde bulundurarak, yarınlarını planlamak adına ülkemizi düze çıkaracak, insanımıza güzel bir yaşam sunacak bu aklı bulup ona göre hareket kabiliyeti belirlemek vazgeçilmezimiz olmalıdır.

İmam Hüseyin Hak adına Kerbelâ’ya gitmiştir

20 Ekim 2023

İnsanlığı yoluna davet etmek için Kur’an-ı Kerim’ini tebliğ vazifesi ile görev verdiği Resulünü yanına aldıktan sonra Nübüvvet yolu son bulmuş, velayet yolu başlamıştır. Velayet yolunun başı da İmam Ali’nin olduğu Gadir-i Hum’da Allah’ın emri, Peygamber Efendimiz tebliği, 120 bin sahabenin şahitliği ile ilan edilmiştir.

Velayet İslam tarihinde hep tartışmalara konu olmuş ve doğruyu ortaya koymakta İslam âlimleri tarihten bugüne fikir ayrılığına düşmüşlerdir.

Bu konu hakkında çok kısa fikir teatisi yaparak farklı bir yaklaşımla belli verileri ortaya koyacak olursak;

Ebu Süfyan’ın ömrü Allah’ın Resulü Peygamber Efendimiz’le uğraşmakla geçmiştir.

Ebu Süfya’nın öz oğlu Muaviye’nin ömrü İmam Ali ile uğraşmakla geçmiş,

Muaviye’nin öz oğlu Yezid de İmam Hüseyin’i katlettirmiştir.

Hakkı ortaya koymak adına ne taraf Hak ne taraf batıl kararı size bırakıyorum.

Diğer taraftan birçok ispat ortaya koyabiliriz. Lakin en belirgini salâvattır. Allah salâvatında “Allahümme Salli Ala Muhammed ve Ala Ali Muhammed” İslamın özünü ortaya koyarak Muhammed’inin ardından Ali’sini ilan etmiştir.

Yakın tarihimizde bu konuda en sağlam fikirleri ayağı yere basan delilleri ile Merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamız ortaya koymuştur. Türk milletini her fırsatta uyarmış, ömrü de hak adına mücadeleyle geçmiştir. Şu dönemde de dik duruşu ile ortaya koyduğu hak ve hukuk anlayışı ile Hüseyni duruşun sembolü Hüseyin Baş olmuştur. Bu yolda da Haydar Baş hocamızın bıraktığı yerden üstüne koya koya hız kesmeden yol almaktadır.

Peygamber Efendimizin Hak’ka yürümesinin ardından İmam Ali ile velayet yolu başlamıştır. İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in ardından diğer hak imamlar velayet yolunu devam ettirmiştir.

İmam Hüseyin döneminde Kerbela’da, maymunlarla oynayan, aile efradıyla ilişkiye giren, Çarşamba günü Cuma namazını kıldıran Yezid’in, İslam ümmetine halife olamayacağının dünyaya haykırıldığı gün olmuştur.

Bugün dahi Hak adına Kerbela’ya giden İmam Hüseyin’in şahadeti konuşuluyor, Yezid’in şahsi kaygıları uğruna yaptığı vahşet anlatılıyorsa, bu İmam Hüseyin’in hak İmam olduğunun da ispatıdır.

Konuyu iyi anlamak adına kaseti biraz geriye saracak olursak; Peygamber Efendimiz hanımı Ümmi Seleme annemizin evinde İmam Hüseyin’in şahadet şerbetini içeceğini söylemiştir. Kâsedeki toprağın kanlandıkça Hüseyin’inde şahadete yürüyeceğini belirtmiştir.

Kerbela’da Yezid soyu tarafından İslam karşıtı tavırlar, halka yapılan zulümler baş gösterince Can Hüseyin’e halk tarafından yazılan mektuplar çoğalınca İmam Hüseyin Kerbela’ya gitme kararı alır. Bu esnada Ümmi Seleme annemiz Hz. Hüseyin’i yanına çağırır. Ve O’na; “ Hüseyin Kerbela’ya gitme. Seni şehit edecekler. Deden bu kâsedeki toprağı göstererek içindeki toprak kanlandıkça Hüseyin şahadet şerbetini içecek demişti” der. Hüseyin şahadet şerbetini içeceğini bile bile cevabı şu olur. “Olsun. Ben dedemin emaneti Kur’an-ı Kerim’i tebliğ için Kerbela’ya gideceğim” der. Ardından Kerbela’ya Hak adına 73 yareni ile gider.

Dini, halifelik koltuğu uğruna kullanan Hak’kı tanımayan zihniyet Hz. Hüseyin Efendimizi, 72 ok ve kılıç darbesi ile şehit ettikten sonra onun mübarek vücudunu çırılçıplak bıraktılar, başını gövdesinden ayırdılar, mızrağa taktılar ve bedenini atlara çiğnettiler.

Hz. Hüseyin mazlumdu. Çünkü 72 yareni ile çıktığı yolculukta, şahadete yürüyeceğini bile bile 30 bin kişilik Yezid’in ordusu ile savaşmış; kanını, yapılan yanlışlıklara Kurân-ı Kerim’i tebliğ etmek adına çıktığı bu kutlu yolda ikaz için esirgememiştir.

Allah, Hak’kı unutan insanlığa Kerbela’da İmam Hüseyin’le hatırlatmıştır.

İmam Hüseyin dedesinin emaneti Kur’an-ı Kerim’i tebliğ etmek adına şahadet şerbetini içeceğini bile bile Kerbela’ya hesapsız gitmiş, Kerbela’da Hak ile batılın ayrıldığı yer olarak hafızalara kazınmıştır.

Kerbela olayının önemli iki yönü mevcuttur. Zorbalık, batıla sapma, Hakkı tanımama ve vahşete karşı dik duruş, hakkı ortaya koymak ve mazlumiyet vardır.

Hz. Peygamberin Hakka rıhletinin üzerinden henüz yarım asır geçmişken meydana gelen bu vahşet, İslam ümmetinin rayından çıkışının da ispatı olmuştur.

İmam Hüseyin’in canı ile verdiği mücadele, zulme karşı başlattığı kıyam, helalin ve haramın birlikte yaşandığı bir zamanda doğruların ortaya çıkması adına gerçekleştirilmiştir.


Bilerek ölüme gitmesi, kendisine nasbedilen imamet makamı konusunda halkı ayıktırmak içindir.
İmamet makamının mutlak sahibi olmasından ve kendinin dışındakilerin mutlak batılda olmasındandır.
Nasbedilmiş imam olduğunun ispatı, kanı ile verdiği bu mücadele ve şahadetidir. 

Buradan hareketle İmam Hüseyin dedesinin Hak mücadelesinin devamı adına Kerbele’ya gidince yaşananlar batılın ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Allah insanlığa unutamayacağı bir olayla kendini hatırlatmış, batılıda net ortaya koyarak bir kez daha uyarmıştır.

Ondan dolayı Kerbela’yı çok iyi anlamak, algılamak ve yaşamak gerekir. Şayet Kerbela’da olup bitenler doğru yorumlanmaz ve nesillere doğru aktarılmaz ise hak ve bâtılı ayırma noktasında doğru adım atmamış oluruz.

Kerbela sadece bir kesimin tutacağı yas değildir. Kerbela bütün Müslümanların yasıdır. Kerbela Hak ile bâtılın keskin çizgiyle ayrıldığı yerdir. Kerbela İman’dır.

İmam Hüseyin şehadet şerbetini içeceğini bildiği halde, “Yezid ve soyunun Allah’ın emrini, Peygamberimizin emanetleri Ehli Beyt ve Kur’an-ı Kerim’i yok sayarak ortaya koyduğu alçakça bâtıl tavra karşı ortaya koyduğu HAK duruştur. Kısaca Kerbela, bâtıla karşı Hak duruşun adıdır.

Kerbela doğru anlaşılırsa kime Hz. denilip, kime denmeyeceği noktasında çok önemli bir hazineye sahip oluruz. “Hepsi İslam’a hizmet ediyordu” mantığı tamamen İngiliz ve Yunan ajanlarının ortaya koyduğu bir tavırdır. Müslüman tavrı “Hâk Hüseyin, bâtıl Yezid’dir” mantığıdır.

İslam coğrafyasında birçok yerde bu mantık hâkim olmadığı için karışıklık eksik olmuyor. Şayet İslam coğrafyası Hak’kı yaşamış olsa bu coğrafyayı kimse bugünkü kadar kolay kullanamazdı.

Gelecek nesillerimize Hak ile batılı çok iyi anlatmamız kaçınılmazdır. Hakkı yaşamak o kadar kolay değildir. Hakkı yaşamak için Kur’an-ı çok iyi anlamak, Peygamberimizi çok iyi anlamak ve Hak yol Ali yolunu çok iyi anlayıp, yaşamaya çalışmak gerekmektedir.

“Ben Ali’yi çok seviyorum” mantığı mükemmel bir mantıktır. Her daim her Müslüman İmam Ali’yi, İmam Hasan’ı, İmam Hüseyin’i sevmek zorundadır. Ama sadece sevmek yetmiyor. Onlar gibi yaşamaya çalışmakta gerekmektedir.

İmam Hüseyin Kur’an-ı Kerim üzre yaşamıştır. Bir santim dahi taviz vermemiştir. Ondan dolayı Kerbela olayını bütün Müslüman âlemi çok iyi algılaması gerekir.

Allah birdir. Hz. Muhammed Allah-u Teâlâ’nın kulu ve Resulüdür. Peygamber efendimizden sonraki Müslümanlığın İmamı Allah’ın emri, Peygamberimizin Gadir-i Hum’da ki tebliği ile velayetin başı İmam Ali’dir. İmam Hüseyin’de Peygamberimizin torunu, Hz. Fatıma & Hz. Ali’nin evladı. Hak İmamlardan bir tanesidir.

Hz. Peygamber (sav) Veda Hutbesi’nde, “Size iki emanet bırakıyorum, birisi Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim diğeri Ehl-i Beytimdir. Bunlara sıkıca sarılırsanız kurtuluşa ereceksiniz.” demiştir.

Hz. Peygamber (sav), “Ehli Beyt’im Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur. Binmeyen boğulup helak olur” diyerek tek hak yolun Ehl-i Beyt olduğunu ortaya koymuştur. Allah hepimize her daim hak yolunda olmayı nasip, Hüseyni duruştan santim şaşmadan hayat sürmeyi nasip eylesin.

Bu arada da Cem evlerine yapılan saldırıyı kınıyor. Toplumuzu birbirine düşürmek isteyen güçlere karşı sağduyu tek yumruk olmaya davet ediyorum. Şu mübarek Muharrem ayında oyuna gelmeden bir- beraber kardeşliğin büyüyerek arttığı bir ortamı sağlayalım. Emelleri kötü olanları oyunlarında boğalım.

Buradan hareketle Müslüman âleminin Muharrem ayını tebrik eder. Tutulan oruçların yapılan duaların kabul ve makbul olmasını dilerim.


Atatürk dindardır

20 Ekim 2023

Ülkemizdeki derin kutuplaşmaların meydana geldiğini ve her geçen gün de artarak devam ettiğini gözlemlemekteyiz. Başkanlık sistemiyle beraber, iktidar olmanın sihirli rakamı %51 de kutuplaşmaları en üst seviyeye taşımaktadır. 

Kimsenin kimseye tahammülü kalmamış, siyasi tartışmalar üslup olarak yerini hakaretlere bırakmıştır. Ülkemizin birlik ve dirliğini tehdit eden konularda dahi çözüm üretmek, tek bilek, tek yürek olmak yerine taraflar birbirini suçlar konuma gelmiştir.

Hal böyle olunca incir çekirdeğini doldurmayacak, ehemmiyetsiz kayıkçı kavgaları dış güçlerin, terör örgütlerinin ve sinsice bekleyen art niyetlilerin ekmeğine yağ, bal, kaymak olmuştur.

İşin temeline indiğimizde ise, oy devşirmek için ortaya konulan tavırlar yani koltuk sevdası siyasetin seviyesini ayaklar altına düşürmüş, tabiri caizse yer yer kan davalı kişilerin ortaya koyduğu davranışlara benzer tavırlar ortaya konulmaya başlanmıştır.

Buradan hareketle işin vahamet tarafı da milletimizin birliği, devletimizin bütünlüğü için milli ve dini konularda tek ses, tek bilek, tek yürek olamıyorsak vah halimize. Çok büyük bir sorunun olduğuna ve bir şeylerin doğru gitmediğinin farkına varmaktan başka çaremizin olmadığını görmemiz gerekir.

Hal böyle olunca olayı süzüp işin temeline bakacak olursak Ekonomi, Din ve Atatürk olgularının olduğunu açık ve seçik görürüz.

Realize edecek olursak, 

Milli bir ekonomimizin olmaması hasebiyle dışa endeksli bir ekonomik anlayışla yaşamak zorunda bırakılmamız, ekonomik bağımsızlığımızı elimize alacak, Milli bir ekonomi ortaya koyacak plan ve projeye sahip olunmaması,

Dindar görünen bazı kesimlerin hak dini yaşamak yerine kullanmaya çalışması ve Atatürk’e her türlü hakaret, aşağılamaya müsaade edilmesi,

Atatürkçü görünen çevrelerin de Atamızı anlamak ve O’nun yolunda yürümek yerine kullanmaya çalışılması. Aynı kesimin dini değerlere gereği kadar sahip çıkılmaması. 

İşte büyük fotoğrafta ekonomi dışa bağımlı, Atatürk ve din sahipsiz olunca ülkemiz bu vaziyete gelmiştir.

Ülkemizin bütünlüğü, milletimizin birliği için; 

Milli ve Dini konularda tek ses olmak istiyorsak, dış güçlere, pkk’ya, fetö’ye, diğer terör örgütlerine, milletimizin birliğine, ülkemizin bütünlüğüne göz dikenlere karşı çelikten bir ülke olmak istiyorsak; Ehl-i Beyt inancıyla Atatürk etrafında kenetlenerek, Haydar Baş hocamızın bütün miraslarına bilhassa insanlığa adadığı “Milli Ekonomi Modeli’ne” ve “Hoş Geldin Atatürk” ve “Birlik mayamız Ehl-i Beyt’tir” felsefesine sahip çıkıp, bu yolda yürümekle mümkündür. Bu eksen bizim huzur, birlik ve kardeşliğimizin teminatıdır.

Hiç unutmayalım ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin harcı yokluk içinde samimi duygularla, şehitlerimizin kanı ile karılmıştır. Bu harcı karan da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Ülkemizin birliğine musallat olan zihniyetleri bertaraf etmenin yolu Atatürk çizgisinden çıkmadan hareket etmekten geçer.

Atamızın ülkesini de Peygamberimizin dinini de rahat bırakın

20 Ekim 2023

Kurtuluş savaşını, Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde yokluk içinde var olma mücadelesi vererek, yedi düvele karşı dimdik bir duruşla kazanarak var olan Müslüman Türk milleti çok kısa sürede milli ve manevi değerlerimize zerre miktar halel getirmeyerek çok büyük işlere imza atmıştır.

Atatürk 72 Milleti tek bilek, tek yürek yaptı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Müslüman&Türk kimliği çatısı altında şahsi menfaatlerini unutarak ülke menfaatlerinde kaybolarak samimi ve gerçek manada Fenafil Vatan olan bir mantalite ile Türk-Kürt – Laz- Çerkes- Alevi-Sünni… 72 Milleti tek bilek, tek yürek yapıp milli ve manevi duygu ve değerleri tek hamur kazanında yoğurup, topraklarımızı kanla sulayıp vatan yapmış, halkımızın namus, şeref ve haysiyetini kurtarmıştır.

Ortaya koyduğu anlayış ve dik duruşla milli-manevi değerlerimizden sapma yapmadan, 72 milleti ötekileştirmeden kardeşçe yaşatarak ülkemizi ekonomik olarak da çok farklı bir boyuta taşımış, kuşatıcı ve birleştirici olarak attığı adımlarla, akılcı olarak meydana sürdüğü bütün plan ve projelerle Türk Milletine umut olmakla kalmayıp bazı projeleri ile de dünya liderlerine rol model olmuş, insanlığa da ışık tutmuştur.

Buradan hareket edecek olursak; pırıl, pırıl tek bilek tek yürek olmuş, bütün değerlerini vatanının, bayrağının, dininin arkasına itmiş, barış ve huzur ortamı tesis edilmiş bir ülkeyi teslim ederek Hak’ka yürüyen Ata’mızın ardından ülkemizi ele alacak olursak “açı yapma” tabirinin 360 dereceyi zorladığına şahit olmaktayız.

Atamız tarafından portakal satarak fabrika kurulan bir ülkenin, Cumhuriyetin kazanımı olan fabrikaları satarak savaştaki iki ülkeden buğday dilenir duruma getirilmesi ülkemizin ekonomik durumunu bütün çıplaklığı ile ortaya koyduğunu görmekteyiz.

Bir ayağı gökte diğeri yere basmayan, makyajlanarak yönetilmeye çalışılan ve ekonomik verilerin masa başında kurgulandığı, aç olan halkımıza “aslında toksunuz” telkinlerinin yapıldığı bir ekonomik anlayışla yönetilmemiz hasebiyle dibe vuran bir ekonomiye, insanlarımızın borç batağı içinde yüzdüğüne istemesek de şahit olmaktayız.

85 milyonun dinle arasını açmaya çalışan tüccarlara dikkat!

Buradan hareketle olmazsa olmazlarımız Atatürk, Din, Vatan… Kısaca milli ve dini değerlerimizin sözde savunucularına tahrip ettirilerek bu değerlerden 85 milyonun uzaklaştırılmaya çalışıldığını bu vesileyle de ülkemizin altına dinamit konulduğunu açık ve seçik görmekteyiz.

Yaşayan gerçek bir Atatürk olmasına rağmen farklı bir Atatürk profili çizen ve kafasındaki Atatürk’ü millete empoze etmeye çalışan, Atatürk’ü tanıdığını zannederek farklı yerlerde arayan sözde Atatürkçü zihniyetlerin eliyle Ata’mızı ve değerleri yok edilmeye çalışılmaktadır.

Yalnız Atatürk mü? En büyük değerlerimizden olan din, halkımıza dindar görünen lakin sadece dinin tüccarlığını yapan, şahsi emelleri için Allah’ın emirleri Kur’an-ı Kerimi bir tarafa bırakarak dilinde Allah, gönlünde şeytanla dolaşan ve esiri olan zihniyetler %99’u Müslüman olan bu milletle din arasında açı yaptırma görevi üstlendiklerinin altını çizerim. Bu tacirlerin ortaya koyduklarını baz alarak dinden de soğumamanızı, daha fazla sahip çıkmanızı ve haddizatında bu ayrık otlarını da temizleyip sadece ve sadece Allah’ın kelamlarıyla dini yaşamanızı tavsiye ederim.

Dini ve milli değerlerimize sahip çıkalım

Diğer taraftan milliyetçiliği dilinden düşürmeyen zihniyetler de milli duygularımızı sömürmekle kalmayıp ayaklar altına aldılar. Kırmızı çizgilerimiz dediğimiz değerlerimiz darmadağın hale getirilerek içi boşaltıldı. Günün sonunda milli değerleri her şeyin önünde tutar gibi görünen aynı zihniyetler Atatürk demekten de çekinir hale geldi.

İmam Ali’ye haddi aşarak dil uzatan düşkündür

Diğer taraftan Ehli Beyt’ten görünüp Ehli Beyt’i zerrece tanımayan; Canlı Kur’an, Allah’ın Aslan’ı, Kılıcı, Peygamberimizin Allah’ın emri ile Gadir-i Hum’da“Benden sonraki imamınızdır”dediği İmam Ali’ye yanlış bir üslupla haddi aşan sözler sarf etmek Ehli Beyt’e,“Eline beline diline sahip ol” diyen Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’ye, Müslüman âlemine ve yüce Türk milletine saygısızlıktır.

Müslüman Türk milletinin bu tür söylemlere kulak vermeyeceğini çok iyi bildiğimiz için üzerinde fazla durmayacağım. Lakin Ehli Beyt âşıklarının bu tür insanları ciddiye almayarak, İmam Ali’nin Allah’ın Kılıcı olduğunu unutmamasını ve müslümanlığı bu tür çıkışlarla tahrip ettirmeye çalıştıklarının altını çizerek, bilhassa Akdeniz Bölgesi’ndeki Müslüman Türk Milletinin Hz. Ali’ye haddi aşarak dil uzatan bir zihniyetin, bu zihniyet Türkiye mal olan bir sanatçıda olsa dahi düşkün olduğunun altını çizerim.

Biraz işin tabanına inecek olursak; Ata’mız nüfus mübadelesinde ülkemizdeki gayri müslimlerin bir kısmını verip dışarıdaki Müslüman Türkleri ülkemize alarak gerçekleştirmiştir. Verdiği mücadele ile nüfusumuzun %99’unu Müslüman yapmıştır. Kalan gayrimüslimler “Bizde Müslüman olduk” dediler. Ama İzmir’de denize dökülenler “Biz boy abdesti alıp, geriye döndük” deseler de ne boy abdesti aldılar, ne de geriye döndüler. Kendilerini gizleyen o azınlık ruhlu insanlar spor, siyaset, sanat gibi alanlarda etkin rol aldılar. ‘Türküm’ diyemeyenler, Atatürk’e saldıranlar, Atatürk’ü ağzına almayanlar, 30 Ağustos’u,23 Nisan’ı,29 Ekim’i kutlamayanlar o azınlıkların çocuklarıdır.

Merhum Haydar Baş hocamız son nefesine kadar milli ve dini değerleri korumak adına mücadele vermiş, durum ne olursa olsun taviz vermeden şahsi menfaatlerini hiçe sayarak mücadele etmiştir. Geldiğimiz nokta itibarı ile ülkemizi ilmek ilmek inşa eden ve ülkemizi bizlere armağan etmek için çok büyük mücadele veren Atatürk’e ağza alınmadık sözler sarf edenlere, milli ve dini değerlerimize dil uzatarak ayaklar altına alarak içini boşaltmaya çalışanlara müsaade etmememiz gerektiğini unutmayalım.

Aidiyet duygusu olmadan hiçbir şey olmaz

20 Ekim 2023

Milli ve manevi değerler toplumu ülke yapma yolunda en büyük yapı taşlarıdır. Aidiyet duygusu güçlü olan ülkelerde her daim ayakta kalmayı başarır. Gelecek nesillerin harcını da sağlam kararsa sonsuza dek ayakta kalan bir millet olur.

Milli ve manevi değerler fertleri ülkesine bağlayan en önemli etkendir.

Biz Türk milleti olarak Dünya’ya hükmeden 16 Devleti kurmuş ve yıkmışız. Ondan dolayı aidiyet duyguları çok yüksek olan bir millet olarak, şanlı tarihe sahibiz.

En son olarak Osmanlı Devleti yıkılmış yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Hacı Bektaşi Veli dergâhında Ehli Beyt nefesi ile temelleri atılarak,29 Ekim 1923 tarihinde fiilen kurulmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 7 düvele karşı yokluk içinde var olma mücadelesi verilerek kazanılan savaşın neticesinde kurulmuş devletimizdir.

Bayrak, sancak bilinci üst seviyede olan şanlı bir tarihimiz var. Atatürk kırmızıçizgimizidir.

Merhum Haydar Baş, “Milli bayramlarda Evlerinize bayrak asın yoksa başkaları asar. Milli bayramını kutlamayan, dini bayramını kutlayamaz.” Diyerek milli ve manevi değerlerimize önem vermenin altını çiziyordu.

Onun için bi toplumda aidiyet çok önemli bir olgudur.  Geçmişini unutan, geleceğini şekillendiremez.

Bakın Suriyeye lozanla çizildi

sınırımız.

Süriyeyi yöneten irade halkına aidiyet ruhu yüklemediği için 10 milyondan fazla suriyeli ülkesini terk etti. Aidiyeti olsaydı terk etmezdi.

Vatan ne bilmedi.

Bayrak bilmedi

Kosaca milli manevi ruhu bilmedi

İşte durum bu olunca yaşarım yer fark etmez her yerde yaşarım dedi.

İşte onun için diyoruz ki

Atatürk’e

milli ve manevi değerlerimize dil uzatana müsaade etmeyelim.

Bunları kaybedersek ülkemizi kaybederiz.

Çünkü biz değerlerimize ve ülkemize samimi sahip çıkmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.

Şahsi çıkarlarımızı bu vatan topraklarının önüne asla geçirmeyeceğiz.

Çünkü biz bu vatanın öz ve öz evlatlarıyız.

Atatürk bizim,

Bu ülke bizim,

Bu devlet bizim,

Asker bizim

Bu vatan bizim, bizim kalacak

Liderimiz Hüseyin Baş’la bütün toplumu kucaklayan, insanına hizmet eden tek bilek, tek yürek BABA DEVLET’i inşa edeceğiz.

Suriye meselesi

Yaklaşık 10 yıl önceye gidecek olursak Suriyeyle kökü eskiye dayanan bir dostlumuz olduğunu herkes bilir. Kız alır,kız verirdik.

Sonra biranda manevra esat düşman ilan edildi ama sebebi daha denmedi

Suriye alt üst olduÜlkemizin toprak bütünlüğü tehlikeye girdi. Terör yuvaları sınırlarımızda cirit atmaya başladı. Peki sınırımıza terörü kim yerleştiridi. Elbette ABD.İlk zamanları düşünelim ABD’nin talimatı ile hareket etti. ABD amacına ulaştı. Çekildi. Fosası bize kaldı. Hergün Suriyede terörle Mehmetçiğimiz Ülkemiz ne idiğü belli olmayan 5-6 milyon insan

Eğer akıllı davranacaksanız Suriye ile beraber hareket edip aradaki terörü temixleyin. Suriyenin toprak bütünlüğünü sağlayın. Çünkü oranın toprak bütünlüğü bizim toprak bütünlüpümüzdür

İsmail Çetin

    Sepet
    Open chat